DİYECEKSİNİZ Kİ "BU İNSANLAR NE DER"

                         Köylerin birinde cenazedeyiz. Cenaze evden alınıp mezarlığa götürülecek. Evin önünde duası yapıldı. Tabut omuzlara alındı. Mezarlığa doğru gidiyoruz. On, on beş adım attıktan sonra kalabalığın içinden biri “el Fatiha” diye yüksek bir sesle seslendi. Herkes birer Fatiha okuduktan sonra tabut tekrar omuzlara alındı. Yine on, on beş adım gittikten sonra aynı kişi tekrar “el Fatiha” dedi. Yine tabut yere bırakılıp Fatihalar okundu. Tekrar mezarlığa doğru hareket. Ve aynı ses her on on beş adımda aynı nidayı tekrarladı. Böylece kendince ölen kişi için en büyük iyiliği yapmış oldu.  Adamı tanıyorum. Beş vakit namazla dahi bir ilgisi yok. Kur’an da ölü için ne yapmamız gerektiğine dair bir ayet okumamış. Peygamberin ölen kişiler için nasıl bir davranış ortaya koyduğundan da haberi yok. İşin daha ilginç yanı bizde kalabalığın liderine tabi olduk. Sesimiz çıkmadı. Çıksa ne olur? “Sen şimdi bizim ölülerimizin ardından, onu mezarlığa götürürken her bilmem kaç adımda bir Fatiha okumamıza karşı mı çıkıyorsun?” dediler mi iş bitti. Esas yol yordam bilmeyen, kitap, sünnet tanımayan sen olacaksın. İyisi bilen olarak sen sus. Bilmeyenlerin din anlayışı toplumda yaygınlaşsın. Bizim mantık bu.  Bu olayı şunun için anlattım. Toplumda teravih namazı ile ilgili yaygın kanaat, diğer namazlara göre daha hızlı kıldırılmasının gerekliliği. “Cemaat öyle istiyor” baskısı bizi zorluyor. Bu işi doğru yapan arkadaşlarımız ayrı. Ne kadar hızlı ve kısa zamanda kıldırırsak cemaatimizi o kadar çok memnun etmiş oluyoruz. Ya da öyle inanıyoruz. Öyle ki namazdaki hızlı okuyuşumuz gibi, elimize aldığımız Türkçe bir metni okumaya kalksak, anadilimiz olduğu halde inanın kimse bir şey anlayamayacak. Ama biz yüreğimizi kalbimizi ve aklımızı işin içine katmadan Ramazan ayının gecesini ibadetle geçirmiş olacağız. En azından öyle inanıyoruz. Yine hiç bilmeyenlerin ya da kulaktan duyma bilenlerin baskıları devam ediyor. “Efendim imam dediğin adamın sesi güzel olacak.” Hatta  bu olmazsa olmaz şartlardan biri olacak. Kur’an’ın  mesajını  bize ulaştırması, bu mesajlarla insanları buluşturabilme bilgisi ve yeteneği o kadar önemli değil. Bu sefer insanın şunu diyesi geliyor. Mekke sokaklarında gizli gizli Hz Muhammed (SAV) ile buluşan bedeviler,  kabilelerine döndüklerinde “ Biz Muhammed (SAV) den öyle güzel sözler duyduk ki.” derken acaba sesinin güzelliğini mi yoksa mesajının güzelliğini mi kast ediyorlardı? Veya olaya daha güncel bakalım. Bilmiyorum, Kabe’den canlı yayın yapan tv de hiç rastladınız mı? Kabe müezzinlerinden birisi var. O adam bizim buralarda bir camide müezzinlik yapıyor olsa adamı dokuz köyden kovarlar. “ Hani senin sesin nerede” diye.. Evet… Bu işin öncüleri olarak bizler, halkın din anlayışına doğru eğilmek yerine onların din anlayışlarını gerçek ve hakikate doğru yüceltmeye çalışmamız gerekir. Diyeceksiniz ki o zaman “Bu insanlar bize ne der?” Hiçde önemli değil.  Bir müddet sonra, doğrular ve hakikatler karşısında ne denilebiliyorsa onu der….