NEREDE ŞİMDİ ANAMIZIN KURDUĞU SOFRALAR

Kuzine ocakta pişirilmiş bir somun ekmek, bir tas sıcak pancar  çorbası, avludan  koparılmış taze domates ve biber salatası, inekten  sağılmış süte mayalanan yoğurttan buz gibi yayık ayranı… Ardından mangal ocağında pişirilen acı bir kahve ve soba üstünde demlenen koyu bir çay… Ve kahvenin, çayın kokusuyla tütsülenen küçük bir odada uzayıp giden sohbetler…Şimdi hasret kaldık böylesi sofralara ve etrafındaki samimi ortamlara. Zira sağlıklı ve doğal gıdalar mumla aranır oldu. 90’ların ayaküstü karın doyurma olmaktan öte bir anlamı olmayan, sofra kültüründen uzak fastfood tarzı beslenme, zamanla bir kült haline gelip dört bir yanı sarıp sarmaladı. O da yetmedi, GDO’lu gıdalar soframıza, yiyeceklerimize sokulmaya kalkışıldı. Dünyanın bir tarafı açlıkla, susuzlukla boğuşurken, bir tarafı da onca hastalığa ve obeziteye kapı açan sağlıksız gıdalarla beslenir oldu. Yemeğe verilen değer ise küçüklüğümüzden bir anı olarak kaldı. Çöpe dökülen yemekler ve sokağa atılan yiyecekler normal ve rutin bir davranış halini aldı.Oysa eskiden böyle miydi? Küçüklüğümüzden pek çoğumuz hatırlarız. Ne zaman ki yerde, sokak ortasında küçücük bir lokma dahi ekmek görülse büyüklerimiz -ki özellikle dedelerimiz ve ninelerimiz- ekmeği yerden alır, öper ve yüksekçe bir taşın veya duvarın üzerine koyarlar ve en azından kuşlara, sokakta yaşayan hayvanlara yem olmasını sağlarlardı. Bu, özellikle yokluk ve kıtlık dönemlerinin çemberinden geçmiş olan Anadolu insanının gıdaya veya daha genel bir deyişle nimete verdiği önemin bir göstergesiydi.Elbette Anadolu insanımızın nimete verdiği değerle birlikte nimetteki ve sofrasındaki paylaşımcılığını ve misafirperverliğini de unutmamak gerek. Öyle ki; bir Anadolu evinde kapıdan içeri giren, haneye kabul edilen kişi yabancı bile olsa Tanrı misafiri olarak kabul edilir ve sofraya ortak edilir…Şimdilerde bu sağlıklı ve doğal gıdalara bezeli olan, sıcak dostluklarla ve içten misafirperverliklerle umut salan sofralar çoğunlukla ancak kırsal ve küçük yerlerde yaşıyor… O yüzden ne zaman ki bir köye gidilse insanı en çok o köy sofraları sevindiriyor. Zira o insanlar geçmişteki büyüklerinden telkin aldıkları yemek değerini ve sofra kültürünü hala yaşamaya ve yaşatmaya çalışıyorlar.Bir umut ki; keşke aceleyle ve telaşla çarçabuk yemek yemeyi adet edinmiş, sağlıklı yiyeceklerin kıymetini bilmeyen, yemeği bir kültür-sofrayı bir dostluk ortamı olarak göremeyen fastfood jenerasyonu bir kez olsun da şu yerel Anadolu sofralarının güzelliğini ve zenginliğini görebilseler… Çocukluğumda ‘katık’ denilen  çok sulu bir ayran yapılırdı.Tavana ipler ile asılan yayıklara dökülen yoğurt ve su sürekli olarak belli bir ritimle çalkalanırdı.İşte ayran böyle bir emeğin sonucunda ortaya çıkardı.Okulumuzun kermesinde Kızılot mahallesi sakinlerinden Şenol Yoğunali  organik doğal ayranmatik natural standı oluşturarak bu geleneğimizi sürdürmesinden dolayı kendisini kutluyorum. Beni çocukluk yıllarıma götürdü.