Bir vardı, bir yoktu. Fakirin ekmeği yok, zenginin derdi çoktu. Yaptığın iyilik yanına kar, kötülük, kendine zarardı. Kasabanın birinde çok zengin bir adam vardı. Ne bağının bahçesinin hesabını bilir, ne malının servetinin zekatını verirdi. Bela belayı, para parayı çeker derler ya, her geçen gün artardı malı, parası. Eşiyle dostuyla açılmıştı arası. Onu kendi olduğu için mi severler , yoksa malına mı medet ederler bilemezdi. Borç isterler, kefil ol derler diye sert bakar, gülümsemezdi. Herkesi aynı kefeye koyar oldu. Ne kimseye hatır sordu ne de gönül alır oldu. Günden güne içi kibirle doldu.
Uğraşır oldu kaybetmemek için parasını. Eş, dost yerine, çalar oldu cimrilik kapısını. Kaybetmişti güven duygusunu ve deliksiz uykusunu. Parası olmuştu tek dostu. Yenebilmek için tek dostunu kaybetme korkusunu, hal çare düşünmeye başladı. Servetini, malını nereye saklasaydı da kimseler bulamasaydı. Malının ortağıydı eşi ve iki oğlu. Olmalıydı onlardan bile saklamanın yolu. Günden güne artan değildi sadece mal varlığı, dev gibi büyüyordu içindeki yalnızlığı.
Gecedir herkesin kendi mahşeri. Hesapları, kitapları başlardı geceleri. Ertesi gün koyuldu işe. Neyi var neyi yok satıp savdı, çevirdi altına gümüşe. Artık tek kendisi bilecekti, malının mülkünün yerini. Kimse görmez kimse bilmezken, çuvallara doldurdu hepsini. Evinde bir odaya saklasa ,kahrından ölürdü ,oğulları, eşi bulsa. Bahçeye gömemezdi, ya biri gelip çalsa? Yanı başındaydı artık tek dostları. Başına bir şey gelse,kim koşardı yardımına ? Borç isterler diye selamını almadığı komşuları mı ,yoksa masraf çıkar diye düğününe, cenazesine gitmediği akrabaları mı? Güvenemezdi kimselere. Yemedi, yedirmedi biriktirdi, gezmedi gezdirmedi biriktirdi. Düşünmedi neydi bu işin sonu. Varlık içinde yokluk çekti iki oğlu. Eşi artık yeter dedi, aldı iki oğulu onu terketti. Adam buna üzülmedi. Serveti artık bölünmeyecekti. Tek sevdiği çil çil altınları, parlak gümüşleriydi. Saklamasına da gerek kalmamıştı, koca evde yalnız kalmıştı.
Yenilir miydi altın, giyilir miydi? Giden eşin dostun yerine gelir miydi? Maddeye verilen değer, manaya kar mı eder? Elin kolun dolu olsa da altınla, kaçını götürebilirsin yanında, toprağın altına. Madde maddede kalacaktı, insan ölünce anlayacaktı.
Günler günleri kovaladı. Çuvalı bırakamazdı, taşısa taşıyamazdı, evinden hiç çıkamadı. Erzakları sıfırladı, çarşıya pazara varamadı. Ya gelip alırlarsa çuvalını, çalarlarsa varlığını? Bu riski göze alamadı. Acıktı, çuvalına sarıldı, üşüdü çuvalına sarındı. Ne çarşıya yollayacak oğulları vardı yanında, ya bir kap çorba kaynatacak eşi,ya güvenip arayacak akrabası ,komşusu. Kapladı içini ölüm korkusu. Altın çuvalı kadar ağır bir ağırlık çöktü üzerine, bilemedi, bu son uykusu.