Doğanın bir parçası olduğunu unutuyor insan. İnsanlığından gelen egosu, aklından gelen üstün olma gayreti onu doğaya hakim kılma çabasına sokuyor. Oysa mücadele etmek savaşmak yerine onun bir parçası olduğumuzu anımsayarak sürdürsek yaşamımızı, ne çok şey öğreniriz.
Doğanın dengesi ve uyumu aksetse hayat felsefemize. Dört mevsimi sükunetle karşılayan bir ağaç kadar sakin, rüzgarın önünde savrulan bir karahindiba tohumu kadar teslimiyet içinde olsak mesela. Olaylara karşı yaklaşımımızı doğadan öğrensek. Topraktan geldik ya, hammaddemiz topraksa, toprak gibi baksak hayata. Bağrımıza atılan güzellikleri çiçeklerle karşılasak, yüzümüzü çizen tırmığı beli, açacak çiçeklerin hazırlanma süreci olarak kabul etsek.
Doğada ölüm yok mesela. Bizim ölüm olarak isimlendirdiğimiz şey doğada bir dönüşüm. Her şey öyle sırasını biliyor, öyle zamanını bekliyor ki. İnsanların uydurduğu takvimlerden bağımsız her canlının her canın bir zamanı var doğada. Ve tamamen yok olmuyor hiçbir şey, sadece görevini tamamlayıp başka bir şeye dönüşüyor. Niye ben daha önce açmıyorum, ilk ben açacağım en güzel ben olacağım demiyor hiçbir çiçek. Yapraklarım sararıp soldu, rüzgar dalımı kırdı, kış ayazı beni üşüttü diyerek, meyve vermekten vazgeçmiyor hiçbir ağaç. Küçücük böceklerin bile zamanı var. Hepsi bir anda doluşmuyorlar doğaya. Her şey birbirine saygılı, her şey sırasını bilen egosuz bir hiçlikle varlık gösteriyor. Biz insanoğlu onla mücadele etsek de, o bizimle mücadele etmiyor. Öyle bir hiçlikle dimdik duruyor ki karşımızda, bizim zararımız sonunda yine bize yansıyor. Doğa bize sadece ayna tutuyor.
Toprak biziz. Ona yaptığımız her zararı kendimize yapıyoruz. Kendi elleriyle sonunu hazırlayan başka hiçbir canlı yok doğada. Nasrettin hocanın dediği gibi yüzyıllardır bindiğimiz dalı kesiyoruz. O dal yine bizi meyveyle, çiçekle, huzur veren gölgesiyle karşılamaya devam ediyor. Dizdiğimiz kaldırım taşları arasındaki bir santim toprakta hayat yine buluyor yolunu ve o çiçeği açtırıyor.
Bulduğumuz her karış toprağa taştan binalar dikiyoruz. Biz taştan yaratılmadık ki, yaradılışımıza ihanet ediyoruz. Sonra yapılan taş binalar içinde sırf manzaramı kapatıyor diye önümüzde duran büyümesi yıllar alan ulu ağaçları kesiyor, kalplerimizi yaptığımız binalar kadar taşlaştırıyoruz. Peki nereye kadar? İnsanın zulmü bitecek gibi değil ama ya doğanın şefkati ve merhameti biterse bir gün? Artık yeter derse bize? Anasına nazı geçen bir çocuk gibi şımarık davranan insanoğluna, doğa ana, artık yeter kendine gel tokatları vurmaya başlarsa. Belki de başladı kim bilir? Hala var isek yeryüzünde, bu ne üstün zekamızdan, ne yüksek teknolojimizden ötürü değil, doğa anamızın hala nazımızı çekiyor oluşundan. O yüzden lütfen doğamızın gereğini yapalım, ağacımızı, toprağımızı, bahçemizi ,bağımızı koruyalım.