Vahit KOÇ
Köşe Yazarı
Vahit KOÇ
 

DİNLERİN ELE GEÇMESİ…

Bir önceki yazımızda insanı, insanlığı barış ve huzur içinde yaşatmak amacıyla ortaya çıkmış samimi düşünce ve ideolojilerin zamanla hakim güçler tarafından ele geçirilip kendi menfaat ve çıkarlarına göre şekillendirilmelerinden bahsetmiştik. Eğer dinin de aynı güçler tarafından ele geçirilip şekillendirilmesini görmemezlikten gelirsek hem saygısızlık yapmış oluruz hem de cahillik. Burada İslam’ın ele geçmesi veya geçirilmesini asla kastetmiyorum. Çünkü İslam insanlık tarihini kapsayan bütün süreç içinde hem kendi varlığını korumuş, hem de kendini geleceğe aktarmanın sağlıklı yollarını oluşturmuştur. Eğer yeryüzünde gazap ehli, zulüm ehli, dalalet ehli varsa onların karşısında adalet ve insanlar arsasında barışı temel alıp, bu doğrultuda direnen ve varlığını sürdüren bir yapı, bir gurup her zaman olmuştur. Bunların varlıkları sayısal olarak bazen son derece az olmuş, bazen de çok olmuştur. Ama her zaman var olmuşlar, yeryüzü bu noktada asla mahrum bırakılmamıştır. Bizim burada ele geçmiş dinden kastettiğimiz doğru yolda olmadıkları halde kendilerini doğru yol üzere görüp, yeryüzünde sahip olmuş oldukları güç üzerinden hakimiyet kurma iddiasında olanlarla çıkar ilişkisi içinde olanlar, yani Kur’an’ın ifadesiyle dalalet ehlidir. Artık onlar dini bir Hindu’nun anladığı gibi, bir Yahudi’nin, bir Hristiyan’ın anladığı gibi anlarlar. Dini anlama noktasında tıpkı onlar gibi  “yeryüzünün zalimleri- mazlumları” ayırımından vazgeçip zalimlerle barış ilan etmişlerdir. Bu gün bir Yahudi’nin yer yüzünün zalimleri ve mazlumları ayırımı yoktur. Bir Hristiyan’ın da “yer yüzünün zalimleri şunlar, mazlumları da bunlardır” deyip ona göre bir mücadele anlayışı veya metotları yoktur. Zalimlerle barış ilan etmişlerdir. Ve güçlü ile yapılan barış, güçsüzün veya bir tık geride olanın güçlüler yararına kullanılması demektir. Bunları bir tarafa koyalım. Son bir yılı aşkın bir süredir bütün dünyanın gözü önünde gerçekleşen, coğrafyamızda yaşanan bu Gazze-Lübnan İsrail vahşi soykırımına Müslümanlar olarak gerekli tepki veya tavrı gösterip göstermediğimizi ele alalım. Bunu anlamak veya bir ölçü olarak görmek için de hepimizin şahit olduğu yakın geçmişte yaşanan Suriye iç savaşına bir bakalım. Bu ülkede yaşanan olayların bize takdimine, bir takım dini önderlerin, cemaat ve tarikat lider veya mensuplarının olaya bakışına bir göz atalım. 2011 yılında bu olaylar başladığında neredeyse tüm İslam ülkeleri Suriye’yi yıkmak için taşın altına elini soktu. Hatta kimse kimsenin dinini, inancını sorgulamadan Suriye Muhalefetinin Dostları olarak 110 ülke bir araya geldi. Kimisi finansal olarak destek olurken, kimisi cepheye dünyanın dört bir tarafından savaşçı, mücahit! yetiştirmeye çalıştı. Bunları da geçelim. Asıl dünyanın çeşitli noktalarındaki din bilginlerinin, din alimlerinin haftalık cihat fetvaları yok mu? Suriye rejimiyle savaşmak, o zalimi devirmek, oraları demokrasi ile tanıştırmak için ilan edilen fetvalar… Bunu da geçelim… Bu gün İsrail’e karşı direnenlere en küçük destek açıklamaları olmayan bu cemaat önderleri, kanaat önderleri Suriye iç savaşını teşvik etmekle kalmadılar. Çeşitli noktalardan törenlerle savaşçılar gönderdiler. Düşüne biliyor musunuz? Bundan yüz yıl önce bölge ülkelerinin sınırlarını dizayn eden İngilizler, siyasal yapısını, ekonomisini, kültürünü, ne bileyim bölge ülkelerin kendilerine ait tüm değerleri yeniden şekillendirirken din anlayışını unutmuş olsunlar ve bu konuyla ilgili bir hesap kitap içinde olmasınlar… Evet… Artık ele geçmiş dinin en belirgin özelliğini zikredebiliriz. Ele geçmiş dinin mensupları önce çıkar ilişkisi içinde oldukları hakim gücün niyetini ve hedefini okurlar. Sonra bu hakim gücün işaret buyurduğu yöne doğru kutsallıkla bezenmiş  bir ses tonuyla bağırırlar. Olup bitenleri iyice sahiplenilmesi için önce zikirlere sonra da zihinlere taşırlar… Eğer olup bitenler hakim gücün yararına değilse susarlar… Görmemezlikten gelirler. Ya da başka yollardan dolaşarak haklıları haksız, haksızları da haklı göstermeye çalışırlar… Ve din bu tipler için dünyada bir iddiası olmayan, sadece öbür tarafta işlerine yarayacak ritüeller bütünüdür artık…
Ekleme Tarihi: 12 Kasım 2024 - Salı
Vahit KOÇ

DİNLERİN ELE GEÇMESİ…

Bir önceki yazımızda insanı, insanlığı barış ve huzur içinde yaşatmak amacıyla ortaya çıkmış samimi düşünce ve ideolojilerin zamanla hakim güçler tarafından ele geçirilip kendi menfaat ve çıkarlarına göre şekillendirilmelerinden bahsetmiştik. Eğer dinin de aynı güçler tarafından ele geçirilip şekillendirilmesini görmemezlikten gelirsek hem saygısızlık yapmış oluruz hem de cahillik.

Burada İslam’ın ele geçmesi veya geçirilmesini asla kastetmiyorum. Çünkü İslam insanlık tarihini kapsayan bütün süreç içinde hem kendi varlığını korumuş, hem de kendini geleceğe aktarmanın sağlıklı yollarını oluşturmuştur. Eğer yeryüzünde gazap ehli, zulüm ehli, dalalet ehli varsa onların karşısında adalet ve insanlar arsasında barışı temel alıp, bu doğrultuda direnen ve varlığını sürdüren bir yapı, bir gurup her zaman olmuştur. Bunların varlıkları sayısal olarak bazen son derece az olmuş, bazen de çok olmuştur. Ama her zaman var olmuşlar, yeryüzü bu noktada asla mahrum bırakılmamıştır.

Bizim burada ele geçmiş dinden kastettiğimiz doğru yolda olmadıkları halde kendilerini doğru yol üzere görüp, yeryüzünde sahip olmuş oldukları güç üzerinden hakimiyet kurma iddiasında olanlarla çıkar ilişkisi içinde olanlar, yani Kur’an’ın ifadesiyle dalalet ehlidir. Artık onlar dini bir Hindu’nun anladığı gibi, bir Yahudi’nin, bir Hristiyan’ın anladığı gibi anlarlar. Dini anlama noktasında tıpkı onlar gibi  “yeryüzünün zalimleri- mazlumları” ayırımından vazgeçip zalimlerle barış ilan etmişlerdir.

Bu gün bir Yahudi’nin yer yüzünün zalimleri ve mazlumları ayırımı yoktur. Bir Hristiyan’ın da “yer yüzünün zalimleri şunlar, mazlumları da bunlardır” deyip ona göre bir mücadele anlayışı veya metotları yoktur. Zalimlerle barış ilan etmişlerdir. Ve güçlü ile yapılan barış, güçsüzün veya bir tık geride olanın güçlüler yararına kullanılması demektir.

Bunları bir tarafa koyalım. Son bir yılı aşkın bir süredir bütün dünyanın gözü önünde gerçekleşen, coğrafyamızda yaşanan bu Gazze-Lübnan İsrail vahşi soykırımına Müslümanlar olarak gerekli tepki veya tavrı gösterip göstermediğimizi ele alalım. Bunu anlamak veya bir ölçü olarak görmek için de hepimizin şahit olduğu yakın geçmişte yaşanan Suriye iç savaşına bir bakalım. Bu ülkede yaşanan olayların bize takdimine, bir takım dini önderlerin, cemaat ve tarikat lider veya mensuplarının olaya bakışına bir göz atalım.

2011 yılında bu olaylar başladığında neredeyse tüm İslam ülkeleri Suriye’yi yıkmak için taşın altına elini soktu. Hatta kimse kimsenin dinini, inancını sorgulamadan Suriye Muhalefetinin Dostları olarak 110 ülke bir araya geldi. Kimisi finansal olarak destek olurken, kimisi cepheye dünyanın dört bir tarafından savaşçı, mücahit! yetiştirmeye çalıştı. Bunları da geçelim. Asıl dünyanın çeşitli noktalarındaki din bilginlerinin, din alimlerinin haftalık cihat fetvaları yok mu? Suriye rejimiyle savaşmak, o zalimi devirmek, oraları demokrasi ile tanıştırmak için ilan edilen fetvalar…

Bunu da geçelim… Bu gün İsrail’e karşı direnenlere en küçük destek açıklamaları olmayan bu cemaat önderleri, kanaat önderleri Suriye iç savaşını teşvik etmekle kalmadılar. Çeşitli noktalardan törenlerle savaşçılar gönderdiler.

Düşüne biliyor musunuz? Bundan yüz yıl önce bölge ülkelerinin sınırlarını dizayn eden İngilizler, siyasal yapısını, ekonomisini, kültürünü, ne bileyim bölge ülkelerin kendilerine ait tüm değerleri yeniden şekillendirirken din anlayışını unutmuş olsunlar ve bu konuyla ilgili bir hesap kitap içinde olmasınlar…

Evet… Artık ele geçmiş dinin en belirgin özelliğini zikredebiliriz. Ele geçmiş dinin mensupları önce çıkar ilişkisi içinde oldukları hakim gücün niyetini ve hedefini okurlar. Sonra bu hakim gücün işaret buyurduğu yöne doğru kutsallıkla bezenmiş  bir ses tonuyla bağırırlar. Olup bitenleri iyice sahiplenilmesi için önce zikirlere sonra da zihinlere taşırlar…

Eğer olup bitenler hakim gücün yararına değilse susarlar… Görmemezlikten gelirler. Ya da başka yollardan dolaşarak haklıları haksız, haksızları da haklı göstermeye çalışırlar… Ve din bu tipler için dünyada bir iddiası olmayan, sadece öbür tarafta işlerine yarayacak ritüeller bütünüdür artık…

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yildizhaber.com.tr sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.