Yaşlı kadının gözleri, kendisini annesine hatırlatmaya çalışan kızının ardında duran yüze takıldı. Torunu Aydan’a. Gözlerinde o ışık yandı. ‘Beyaz Manolyam’ dedi. Eski bir şarkıyı , ‘Koklamaya kıyamam benim güzel manolyam’ şarkısını mırıldanmaya başladı. Aydan’ı o büyütmüştü. Eşini kaybettiği yıl Aydan dünyaya gelmiş, giden bir canın ardından duyduğu acıyı biraz olsun unutmak için, tüm odağını gelen bu yeni cana yöneltmişti. O yüzden herşeyi unutsa da zihni onu unutmasına izin vermiyordu.
Anneannesiyle aralarındaki özel bir yere sahip olan bu şarkıyı onun yaşlı ve yorgun dudaklarında bir fısıltı gibi duyan Aydan gözyaşlarına mani olamadı. Bu şarkıyı bir daha bu sesten, doğduğu andan itibaren kulaklarına yer etmiş olan bu sesten belki de bir daha dinleyemeyecekti. Tüm çocukluğu geçip gitti gözünün önünden. Naftalin, zambak kolonyası ve beyaz sabun karışımı kokan o bahçeli ev, mis kokulu pamuk ninesinin koynunda uyuduğu huzurlu geceler, ona ninniler söyleyen o naif ses, dizine yatırıp saçlarını okşayan o asırlık çınar. Şuan gözünün önündeki hastane yatağında uzanmış yatıyordu çocukluğu. İnsan, çocukken yanında olanlar göçüp gittiğinde, çocukluğunuz da onlarla birlikte gidiyormuş gibi gelir. İşte tam da o anda büyümeye başlarsınız.
Aydan, anneannesinin yanına yaklaşıp ‘Bugün nasılsın Münire Sultan diye sordu.’ ‘Çok iyiyim dedi yaşlı kadın. ‘Ama canım incir istedi bu hemşireler bana yedirtmiyor’ diye sitem etti küçük bir kız çocuğu edasıyla. Hemşire gülümseyerek ‘yedin ya Münire teyze.’ dedi. Münire hanım, çok neşeli ve hayat dolu bir kadındı. Hayatı boyunca ailesinden büyük kayıplar yaşamış olmasına rağmen tevekkülü elden bırakmamış, yaşama sevincini hiç yitirmemişti. Bedeni ne kadar yaş alırsa alsın içindeki küçük kız çocuğunun büyümesine hiç izin vermemişti. Bu yüzdendir ki her doğum gününde ‘bugün kaç yaşına basıyorsun ?’diye soranlara, muzipçe gülümseyerek ‘On yediden gün alıyorum’ derdi.
‘Seni hastaneden çıkınca nereye götüreyim’ diye sordu Aydan. Yaşlı kadın biraz düşündü. ‘Zeki Müren konserine’ dedi. Kızı Mine gülerek lafa girdi. ‘İlahi anne, Zeki Müren vefat etti ya. Başka birini söyle’. Kadın biraz daha düşündü ve ‘O zaman Muazzez Abacı konserine gidelim.’ Hepsi gülümsedi. Aydan’ın kulağına küçükken anneannesinin büyük eski antika radyosunda dinlediği Türk Sanat Müziği şarkıları geldi. Hastayı daha fazla yormamak adına hepsi odadan çıktı. Aydan çıkarken anneannesinin elini iki elinin arasına aldı koklayarak öptü.
Ertesi gün hastaneden arayıp Münire Sultan’ın vefat ettiğini haber verdiler. Hepsi dile getirmese de bunun olacağını biliyordu. Ama insan konduramıyor sevdiklerine ölümü. Doğduğun andan itibaren hep yanında olan insanlar ölüp gidemez, seni hiç bırakamaz gibi geliyor. Gerçekler hiç de öyle değil.
Aradan özlem dolu bir kış geçer. Aydan, ilk kez anneannesinin dünyada olmadığı bir kış geçirir. Bu kış her kıştan daha çok üşütür onu. Bir bayram geçer onsuz. Aydan, anneannesinin evine giremez, onu hep koltuğunda hayal etmek istiyordur ve onu orada görememeye hazır hissetmez. Ve bahar gelir. Aydan evinin bahçesine çıktığında gözlerine inanamaz. Bahçedeki o kasvetli görünen, ölmüş dedikleri ağaç yemyeşil yapraklar açmış kocaman beyaz çiçeklerle donanmıştır. İlk kez bu kadar büyük ve beyaz çiçekler gören Aydan telefonuyla ağacın resmini çeker ve ne ağacı olduğuna internetten bakar. Gördüğü karşısında gözyaşlarını tutamaz. Bu bir manolya ağacıdır. Koklamaya kıyamam benim beyaz manolyam diyen anneannesinin sesini duyar, ruhunu hisseder yanında. Ve ağacına yeni adıyla seslenir. ‘Hoş geldin Münire Sultan.’
Devam edecek...