Hafta içi iki gün Piraziz’e gazete için gidip gelirim. Bu gidiş gelişlerde çoğu kez Piraziz-Bulancak dolmuşlarına binerim. Bu gidiş gelişlerde her seferinde hem haber olacak, hem de köşeden yazılacak epeyce bir hikaye’ye konu olacak şey ile karşı karşıya kalırım.
Bazen haber yapılacak şekilde bunları yaparım; bazen de “tam köşelik konu” diye sayfalar tamam değilse köşeme alırım.
Dün yine Piraziz’e gittim ve döndüm de, hem gidiş hem dönüşte “al bunu da yaz” denecek iki olay vuku buldu. Amma ben geri dönüştekini yazmayı daha uygun buldum.
Dönüş yolunda dolmuş minibüs Sarayburnu camisini geçtikten50-60 metre sonra yolcu almak için durdu. Arabanın kapısı açıldı ve yolda bekleyen iki hanım başını şöyle arabanın içine uzattı ve “biz ayakta gidemeyiz” diye söyleyip geri gittiler.
Ben “Allah Allah bu neydi şimdi” diye camın kenarından baktım ve sapasağlam olduklarını gördüm bu iki kişinin. Ha, bu arada bende yolda öğrenciler bindiği için birkaç kişi ile ayakta yolculuk yapıyorum.
İster istemez, “bunlar herhalde İngiliz kraliyet ailesinden, elbette ayakta gidecek halleri yok, aslında bir taksi tutmalı ve öyle yola gitmelidir” diye söylendim. Yanımdaki birkaç kişi tebessüm ederek bana baktılar.
Nedir bu yahu, sanki burada, bu ülkede insanlar ilk kez ayakta bir yere gidiyor da bu hanımlar,( hemi de gençler yani) bizleri beğenmediler.
Ben onca yıldır gazetelerde çalıştım, haber yapmaya kamyon sırtında bile gittim. Bisikletle, yürüyerek, koşarak, bazen araba buldum, bazen bulamadım. Arabada yer bulamadım, ayakta gittim, tekerlek üstüne oturdum, aklınıza ne gelirse onunla işimiz yaptık, ama bir kez olsun, “bu niye böyledir” demedik. Bir gün bile “ben şu kadar yıllık gazeteciyim, tanınmış biriyim, en önde olacağım, niye ayakta gideyim, özel araç getirin” gibi daha nice deme lüksünü gösteremedim yahu!
Bende isterdim saraylarda, şatolarda, villalarda, köşklerde büyümeyi, fakat Bulancak’ta doğmuşsum ve iyi ki burada hayatımı idame ettiriyorum.
Maazallah birde saray, kraliyet ailesine mensup olsaymışım, ben ne yapardım o zaman!