Batıl kelimesi Arapça kökenlidir ve ‘boş, geçersiz, saçma, hiçbir temele dayanmayan’ anlamına gelmektedir. Kültürden kültüre değişiklik gösteren, mantıksız görünmesine rağmen hayatımızın içinde olan inanışlardır. Ben öyle şeylere inanmam diyen kişilerin bile hayatında bir kez bile olsa yaptığı ve belki de batıl bir inanç olduğunu dahi bilmediği davranışlar mevcuttur.
Hiçbir mantık temeline dayanmasa bile ‘acaba?’ sorusunu aklımıza vesvese olarak düşürür bu tür eylemler. Öyle ki,aslı astarı olmadığını bile bile devam edilir yapılmaya. Ya doğruysa, neme lazım denerek uygulanır ve nesilden nesile aktarılır. Tahtaya vurmak, merdiven altından geçmemek, kara kedi görünce saç çekmek yada yolu değiştirmek, nazar boncuğunun, at nalının uğuruna inanmak, baykuşu, kargayı ve ayna kırmayı uğursuz saymak, geceleri tırnak kesmemek gibi sayısız inanç, batıl inançlara örnek sayılabilir.
Kimi batıl inançların kaynağı, ilahi olmayan eski dinlere kadar dayanmaktayken , kimileri de yaşanan bir olay ya da olaylar sonucu kulaktan kulağa yayılarak, belki de değişimlere, eklemelere uğrayarak günümüze kadar gelmiş toplumsal alışkanlıklar bütünüdür. Kara kedi görmeyi uğursuz saymak mesela. Öncelikle şunu söyleyebilirim ki,ilahi dinlerde uğurlu ya da uğursuz kavramının olmadığını düşünenlerdenim. Sırf renginden dolayı siyah bir kediyi,gece gezdiği için bir baykuşu ya da sesi güzel değil diye bir kargayı diğer canlılardan ayrı tutup uğursuz ilan etmek batıl inancın da ötesinde sadece saçmalıktır. M.Ö 3000’li yıllarda Eski Mısır’da siyah dişi kedilerin Tanrıça olduğuna inanılır ve kutsal sayılırdı. Hristiyanlığın gelişiyle, bu eski inançtan insanları uzak tutmak için siyah kediler, önceki inanışın tam tersine uğursuz ilan edildi. Oysa ne bir tanrıça ilan edildiğinden ne de uğursuz sayıldığından kara kedilerin haberi bile yoktu. Tamamen insanların yaftasıydı.
Tahtaya vurma adeti de Paganizm inancından gelmekteydi mesela. Meşe ağacı gibi ulu ağaçlara, yüksekliklerinin de etkisiyle şimşekler düşerdi ve eskiden insanlar bu ağaçların, Tanrı’nın yeryüzüne gelmek için kullandıkları bir yol olduğuna inanırlardı. Her ağacın ve dolayısıyla ağaçtan yapılan tahtanın tanrısal bir ruh taşıdığına inanıldığı için, kötü bir olay hakkında konuşulduğunda, korunma dileği olarak tahtaya vurup, o koruyucu ruhu uyandıracağını düşünürlerdi. Kulağa çok tuhaf geliyor ama hala günümüzde istemsizce de olsa uygulanan bu batıl inançların geçmiş zamanlardaki açıklamaları bunlar.
Kulaktan kulağa oynanırken hiçbir zaman son söylenen ilk söylenene uymaz ya, duyanlar ya yanlış duymuş ya da kendi yorumlarını katmışlardır. Batıl inançların da çoğu öyledir. Eklemeler, eksiltmeler, değiştirmeler olmuştur. Bir düşünün… Belki de elektriğin ve tırnak makasının henüz icat olmadığı yıllarda bir anne çocuğunu uyardı, ‘geceleri tırnak kesilmez’ diye. Karanlıkta yanlışlıkla etini keser diye. Aradan yıllar geçti, elektrik icat oldu, tırnak makası da. Ama bu söz kulaktan kulağa ‘geceleri tırnak kesmek uğursuzluktur’ diye aktarıldı. Artık ortada tehlike kalmamış olsa da, batıl bir inanç yaratılmış oldu. Bu tıpkı şu meşhur ‘bank nöbeti’ hikayesine benzemiyor mu? Bir askeri bölükte sürekli bank nöbeti yazılırmış. Yıllarca bölüğün bahçesindeki bankın başında nöbet tutulmuş. Kimse sorgulamamış bunu, eğitimlisi de eğitimsizi de. Sonra bölüğe bir komutan gelmiş ve bank nöbetinin nasıl ortaya çıktığını araştırmış. Yıllar önce yeni boyandığı için kimse oturmasın diye bir askerin bir komutan tarafından boyalı bankın başına nöbetçi bırakıldığını öğrenmiş. O gün bugündür kimse sorgulamadan o bankın başında nöbet tutmaya devam etmiş. Artık ne bank yeni boyalıymış, ne de o gün o emri veren komutan ordaymış ama bank nöbeti yıllarca devam etmiş. Tıpkı batıl inançlarımız gibi. Ortaya çıkış kaynağı ya da inancı artık yok, ama silsilesi ne yazık ki devam etmekte.