Ayşen ENGİN
Köşe Yazarı
Ayşen ENGİN
 

ELMA

Kadın, elinde tepsi ve tepsinin üzerinde bir adet portakal ile odaya girdi. Yemek masasının etrafında toplanmış ikisi çocuk ikisi yetişkin 4 kişiye ait  merak ve heyecanla parlayan  sekiz göz aynı anda kapıya çevrildi.Hepsi de kadının elindeki tepside duran o tek portakala bakıyordu. Kime yetecekti ki o tek portakal? Ancak niyetleri portakalı yemek değildi. O portakal çok değerli bir hazineyi taşıyan bir kutu, bir eşsiz sandık olabilirdi. Yada diğer yüzlerce denemede olduğu gibi kocaman bir hayal kırıklığı.Bu beş kişilik ailenin içinde artık çok zayıflamış olan umut ışığı her denemede biraz parlıyor ama her geçen gün  bir öncekinden daha temkinli ve zayıflayarak parlıyordu. İnançları azalmıştı. "Ya bu da boş çıkarsa?" diye sordu masanın etrafında duranların en küçük olanı.  "Ne sandın? Öyle olacak  zaten.Ne zaman dolu çıktı ki? " dedi ondan yaşça daha büyük olan çocuk. Masadakilerin en yaşlı ve bilge olanı söze girdi. "Sakin olun çocuklar, umudu elden bırakmak yok . Ne zaman bulacağımız hiç belli olmaz." Çocukların annesi olan ve elinde tepsi ile odaya giren kadın,  elindeki tepsiyi yavaşça masaya bıraktı. Köşedeki marketten alınmıştı bu portakal, üstelik çok yüksek bir fiyata. Oysa eskiden ne kadar çoktu, hatta hepsi toplanamaz ya dallarda çürür yada kuşlar kurtlar yesin diye dallarda bilerek bırakılırdı. Masadaki iki  çocuk bilmezdi ama o yaşayıp görmüştü. Hatta  artık bi türlü göremediği bu küçük hazineye avuç dolusu sahip olur ,kıymetini bilmez, acımadan çöpe atardı. Ama nerden bilsindi ki, o kadar çoktu ki, her çok olan şey gibi değersizdi işte. O zamanlar bilseydi bu kadar az olacağını tüm ceplerine, kutularına, evdeki kavanozlara hatta çoraplarına bile doldurmaz mıydı?Bilemezdi, bilemedi de. Öğretmeni bir gün " insan sahip olduklarının nankörüdür ve kıymet bilmek için bazen kaybetmek gerekir " demişti,  o sözden  çok etkilenmişti ama bu açıdan yorumlamamıstı hiç. Bu küçücük şeyi de kast edebileceğini düşünmemişti. Ana babanızın kıymetini bilin diye anlamıştı bu sözü ancak herşey için geçerli olduğunu bu yaşında bu tecrübelerle idrak edebiliyordu. Birazdan herşey değişebilirdi ve bunu bu küçücük portakalın yapabileceğini düşünmek bile insana tüm bildiklerini yeniden sorgulatıyordu. Ellerinde bir piyango bileti ile çekilişi bekleyen, her an sevinç çığlıkları atmaya hazır bu küçük grubun en yaşlısı portakalı yavaşça kesti.Sanki içinde bir küçük bebek saklı da ona zarar vermek istemiyor gibi usulca bir müdahaleydi bu. Portakal ikiye ayrıldı. Görünen hiç birşey yoktu içinde.Tamamen ümitsizlik kuyusuna düşmeden önce portakalı dilim dilim ayırdı.Her dilimin içine dikkatle baktı. Yoktu, aradıkları yoktu. Portakal dilimlerini tabağa koyup yemeleri için çocukların önüne doğru sürdü. Kimsenin portakala dokunma isteği yoktu.Bu sefer de olmamıştı.Portakal, hepsinin nazarında boş bir hediye kutusundan farksızdı artık.  Çocuklar odalarına çekildi,  yaşlı adam koltuğuna ,her zamanki yerine yerleşti ,ailenin babası da eşinin alnına onu,sessizce teselli eden bir buse kondurup dışardaki işlerini halletmek üzere evden ayrıldı.Kadın, portakalı alıp mutfağa götürdü ve hayatları bu kısa süreli heyecan dalgasının ardından tek duzeligiyle devam etmeye başladı. Bundan iki yıl kadar önce bahçeli bir ev almışlardı. Karı kocanın hayali, çocuklarının da kendileri gibi meyve ağaçları ile dolu bir bahçede büyümeleri idi. Eskiden yani ikisi de çocuklarının yaşlarındayken hangi meyveyi yeseler içinden çekirdek çıkardı.  Çocukluğundan beri karpuz çok severdi adam. İçinden bir sürü çekirdek çıkar, sulu karpuz dilimini iştahla kemirirken etrafa karpuz çekirdeği tükürmekten yorulurdu.  Sonra lise çağlarında iken çekirdeksiz karpuz çıktı dediklerinde çok heyecanlanıp koşup anne babasına yalvarmıstı alalım diye. Nerden bilebilirdi ki herşeyin böyle başlayacağını.  Artık hiçbir meyvenin çekirdeği yoktu.  O zamanlar bu kulağa bir beladan kurtulmanın, modern bir çağa atılan bir adımın işareti gibi gelmişti.Çekirdeksiz rahatça yenen  karpuz, artık salata içine düştüğü için sizi uğraştırmayacak olan çekirdeksiz limon, ağzında yerken çıtır çıtır edip seni rahatsız etmeyecek üzümler ve nicesi kulağa öyle ferah icatlar olarak geliyordu ki. Bu büyük bir yenilikti. Bu bir rahatlıktı.  Bu bir felaketin başlangıcıydı. Yavaş yavaş yok olmanın ayak izleri, büyük bir mahrumiyetin doğuşu,tükenişin başlangıcı.Şimdi atatohum bulmak şöyle dursun tohuma dönüştürülecek bir çekirdek bile bulmak imkansızdı. Yüksek fiyatlara alınan tohumlar laboratuvar ortamlarında kısırlaştırılmış ,devamı olmayan faydasız şeyler haline getirilmişti.Ne meyvelerin eski tadı vardı ne de çekirdeklerin. Olur da bir tane, tek bir tane bulabilselerdi bu kör labirentten çıkabilecek kendi meyvelerini kendi atatohumlarını eski doğal döngüsünde yeniden oluşturabileceklerdi. Ağaçsız ve amaçsız bahçelerine hayat gelebilecekti. Ertesi sabah çocuklar okula yetişkinler işe gitmek üzere rutin bir telaş içinde evden çıktıklarında bahçelerinde yerde bir elma buldular. Küçük kurtlu bir elma. Uzun zamandır ilk kez kurtlu bir meyve görüyorlardı.  Bu elma marketteki mükemmel görünümlü ,kusursuz yarasız beresiz meyvelere benzemiyordu. Yakınlarda bir elma ağacı da yoktu.  Komşularının bahçeleri de en az kendi bahçeleri kadar meyvesiz boş ve verimsizdi.Bir kuş yada bir hayvan taşımış olmalı diye düşündüler.  İçlerini garip bir heyecan kapladı.  Çocuklardan biri okula geç kalacağını bile önemsemeden içeri koştu dedesine seslendi."Dede,dede çabuk gel,bunu görmen gerek. " Beş kişilik aile bu kez masanın üzerinde duran eğri büğrü kurtlu bir elmanın etrafında toplanmış duruyordu. Kimse elmayı kesmeye cesaret edemiyor gibiydi.Yeni bir hayal kırıklığına hiçbiri hazır değildi. Yaşlı adam eline bıçağı aldı, dua olduğunu hissettiren bişiler mırıldanıyordu. Elmayı portakala gösterdiği aynı hassasiyetle kesti. Elmanın ikiye bölünmesiyle evde sevinç çığlıkları koptu. Elmanın içinde beş tane çekirdek vardı.  Beş simsiyah elma çekirdeği. Çocuklar elele tutuşup döne döne salonun ortasında dans etmeye başladı. Adam ve kadın birbirlerine sımsıkı sarıldılar,  yaşlı adam beş elma çekirdeğine bakarken bir yandan da gözlüğünün altından gözyaşlarını kimseye belli etmemeye çalışarak sildi.Herşey bir elma ile başlamıştı, kimbilir belki yine bir elma ile yeniden başlardı.
Ekleme Tarihi: 15 Ekim 2024 - Salı
Ayşen ENGİN

ELMA

Kadın, elinde tepsi ve tepsinin üzerinde bir adet portakal ile odaya girdi. Yemek masasının etrafında toplanmış ikisi çocuk ikisi yetişkin 4 kişiye ait  merak ve heyecanla parlayan  sekiz göz aynı anda kapıya çevrildi.Hepsi de kadının elindeki tepside duran o tek portakala bakıyordu. Kime yetecekti ki o tek portakal? Ancak niyetleri portakalı yemek değildi. O portakal çok değerli bir hazineyi taşıyan bir kutu, bir eşsiz sandık olabilirdi. Yada diğer yüzlerce denemede olduğu gibi kocaman bir hayal kırıklığı.Bu beş kişilik ailenin içinde artık çok zayıflamış olan umut ışığı her denemede biraz parlıyor ama her geçen gün  bir öncekinden daha temkinli ve zayıflayarak parlıyordu. İnançları azalmıştı. "Ya bu da boş çıkarsa?" diye sordu masanın etrafında duranların en küçük olanı.  "Ne sandın? Öyle olacak  zaten.Ne zaman dolu çıktı ki? " dedi ondan yaşça daha büyük olan çocuk.

Masadakilerin en yaşlı ve bilge olanı söze girdi. "Sakin olun çocuklar, umudu elden bırakmak yok . Ne zaman bulacağımız hiç belli olmaz."

Çocukların annesi olan ve elinde tepsi ile odaya giren kadın,  elindeki tepsiyi yavaşça masaya bıraktı. Köşedeki marketten alınmıştı bu portakal, üstelik çok yüksek bir fiyata. Oysa eskiden ne kadar çoktu, hatta hepsi toplanamaz ya dallarda çürür yada kuşlar kurtlar yesin diye dallarda bilerek bırakılırdı. Masadaki iki  çocuk bilmezdi ama o yaşayıp görmüştü. Hatta  artık bi türlü göremediği bu küçük hazineye avuç dolusu sahip olur ,kıymetini bilmez, acımadan çöpe atardı. Ama nerden bilsindi ki, o kadar çoktu ki, her çok olan şey gibi değersizdi işte. O zamanlar bilseydi bu kadar az olacağını tüm ceplerine, kutularına, evdeki kavanozlara hatta çoraplarına bile doldurmaz mıydı?Bilemezdi, bilemedi de. Öğretmeni bir gün " insan sahip olduklarının nankörüdür ve kıymet bilmek için bazen kaybetmek gerekir " demişti,  o sözden  çok etkilenmişti ama bu açıdan yorumlamamıstı hiç. Bu küçücük şeyi de kast edebileceğini düşünmemişti. Ana babanızın kıymetini bilin diye anlamıştı bu sözü ancak herşey için geçerli olduğunu bu yaşında bu tecrübelerle idrak edebiliyordu. Birazdan herşey değişebilirdi ve bunu bu küçücük portakalın yapabileceğini düşünmek bile insana tüm bildiklerini yeniden sorgulatıyordu.

Ellerinde bir piyango bileti ile çekilişi bekleyen, her an sevinç çığlıkları atmaya hazır bu küçük grubun en yaşlısı portakalı yavaşça kesti.Sanki içinde bir küçük bebek saklı da ona zarar vermek istemiyor gibi usulca bir müdahaleydi bu. Portakal ikiye ayrıldı. Görünen hiç birşey yoktu içinde.Tamamen ümitsizlik kuyusuna düşmeden önce portakalı dilim dilim ayırdı.Her dilimin içine dikkatle baktı. Yoktu, aradıkları yoktu. Portakal dilimlerini tabağa koyup yemeleri için çocukların önüne doğru sürdü. Kimsenin portakala dokunma isteği yoktu.Bu sefer de olmamıştı.Portakal, hepsinin nazarında boş bir hediye kutusundan farksızdı artık.  Çocuklar odalarına çekildi,  yaşlı adam koltuğuna ,her zamanki yerine yerleşti ,ailenin babası da eşinin alnına onu,sessizce teselli eden bir buse kondurup dışardaki işlerini halletmek üzere evden ayrıldı.Kadın, portakalı alıp mutfağa götürdü ve hayatları bu kısa süreli heyecan dalgasının ardından tek duzeligiyle devam etmeye başladı.

Bundan iki yıl kadar önce bahçeli bir ev almışlardı. Karı kocanın hayali, çocuklarının da kendileri gibi meyve ağaçları ile dolu bir bahçede büyümeleri idi. Eskiden yani ikisi de çocuklarının yaşlarındayken hangi meyveyi yeseler içinden çekirdek çıkardı.  Çocukluğundan beri karpuz çok severdi adam. İçinden bir sürü çekirdek çıkar, sulu karpuz dilimini iştahla kemirirken etrafa karpuz çekirdeği tükürmekten yorulurdu.  Sonra lise çağlarında iken çekirdeksiz karpuz çıktı dediklerinde çok heyecanlanıp koşup anne babasına yalvarmıstı alalım diye. Nerden bilebilirdi ki herşeyin böyle başlayacağını.  Artık hiçbir meyvenin çekirdeği yoktu.  O zamanlar bu kulağa bir beladan kurtulmanın, modern bir çağa atılan bir adımın işareti gibi gelmişti.Çekirdeksiz rahatça yenen  karpuz, artık salata içine düştüğü için sizi uğraştırmayacak olan çekirdeksiz limon, ağzında yerken çıtır çıtır edip seni rahatsız etmeyecek üzümler ve nicesi kulağa öyle ferah icatlar olarak geliyordu ki. Bu büyük bir yenilikti. Bu bir rahatlıktı.  Bu bir felaketin başlangıcıydı. Yavaş yavaş yok olmanın ayak izleri, büyük bir mahrumiyetin doğuşu,tükenişin başlangıcı.Şimdi atatohum bulmak şöyle dursun tohuma dönüştürülecek bir çekirdek bile bulmak imkansızdı. Yüksek fiyatlara alınan tohumlar laboratuvar ortamlarında kısırlaştırılmış ,devamı olmayan faydasız şeyler haline getirilmişti.Ne meyvelerin eski tadı vardı ne de çekirdeklerin. Olur da bir tane, tek bir tane bulabilselerdi bu kör labirentten çıkabilecek kendi meyvelerini kendi atatohumlarını eski doğal döngüsünde yeniden oluşturabileceklerdi. Ağaçsız ve amaçsız bahçelerine hayat gelebilecekti.

Ertesi sabah çocuklar okula yetişkinler işe gitmek üzere rutin bir telaş içinde evden çıktıklarında bahçelerinde yerde bir elma buldular. Küçük kurtlu bir elma. Uzun zamandır ilk kez kurtlu bir meyve görüyorlardı.  Bu elma marketteki mükemmel görünümlü ,kusursuz yarasız beresiz meyvelere benzemiyordu. Yakınlarda bir elma ağacı da yoktu.  Komşularının bahçeleri de en az kendi bahçeleri kadar meyvesiz boş ve verimsizdi.Bir kuş yada bir hayvan taşımış olmalı diye düşündüler.  İçlerini garip bir heyecan kapladı.  Çocuklardan biri okula geç kalacağını bile önemsemeden içeri koştu dedesine seslendi."Dede,dede çabuk gel,bunu görmen gerek. "

Beş kişilik aile bu kez masanın üzerinde duran eğri büğrü kurtlu bir elmanın etrafında toplanmış duruyordu. Kimse elmayı kesmeye cesaret edemiyor gibiydi.Yeni bir hayal kırıklığına hiçbiri hazır değildi.

Yaşlı adam eline bıçağı aldı, dua olduğunu hissettiren bişiler mırıldanıyordu. Elmayı portakala gösterdiği aynı hassasiyetle kesti. Elmanın ikiye bölünmesiyle evde sevinç çığlıkları koptu. Elmanın içinde beş tane çekirdek vardı.  Beş simsiyah elma çekirdeği. Çocuklar elele tutuşup döne döne salonun ortasında dans etmeye başladı. Adam ve kadın birbirlerine sımsıkı sarıldılar,  yaşlı adam beş elma çekirdeğine bakarken bir yandan da gözlüğünün altından gözyaşlarını kimseye belli etmemeye çalışarak sildi.Herşey bir elma ile başlamıştı, kimbilir belki yine bir elma ile yeniden başlardı.

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yildizhaber.com.tr sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.