Eskiden ne güzeldi. Araba yok, trafik sadece büyük şehirlerde ve daha yeni gelişen Anadolu’da ancak insanları az da olsa rahatsız ediyor. Millet evden işe, işten eve çoğu zaman yürüyerek gidiyor. Bu dediğim 30 sene kadar ancak var. Bulancak’ta 1980’li senelerde arabaları say desen bir elin parmaklarını geçmez. Yollarda elini kolunu sallayarak akşama kadar gezip tozarsın. O derece boş sokak ve cadde var. Onun içinde her yerde top oynamak zor değil. İlçenin nüfusu da 5bin civarında. Herkes herkesi az buçuk tanır, sohbet eder, iş yerlerinde selam sabah çay içilir ve insanlar birbirine saygıyı eksik etmeden hayatını idame ettirirdi. Gel zaman, git zaman havalar değişti, (iklim değişikliği değil yani), kapitalizm yavaş yavaş insanların hücrelerine nüfuz ettikçe, bu söylediğim hasletler geride kalmaya başladı.
Bulancak’ta bu hava değişikliğinden muaf olmadı. İlçenin binaları artı, köyden şehre göç oldu, sanayimiz gelişti, esnaf az da olsa para kazandı ve bütün bunları kontrol eden kapitalist yapı çok büyük bir kesimin ayarını bozdu ve hayatın içinde var olan kurallar çatırdamaya başla. Hikaye epeyce bir uzun, hayatımızın en önemli mevzularından biri de bu vesile ile trafik oldu. Sanki arabaya göre nefes alıp veren bir vatandaş profili ortaya çıktı her yerde. İşin kazası, kavgaları ayrı bir şey. Biz Bulancak’ta artık bu trafik karmaşası ile iç içe bir hayat sürüyoruz. Benim arabam yok, olması içinde bir hedefim yok. Hep bisikletim ile varım. Onunla ilçe içinde gideceğim yere her zaman giderim. Bu zamanlarda öyle şeyler ile karşılaştım ki trafikte; bunların bazılarını buradan paylaştım. Bu da onlardan biri. Salı yani üç gün öncesi. Evden sabah çıktım gazeteye geleceğim. Hep aynı yollar, güzergah ve varış yerim gazete. Hani şu komik filmde olduğu gibi, Salı sallanır misali Bulancak’ta trafikte sallanıp durduk. Bir araç trafiği var ki; bazen aklımız duruyor. Adım atacak yer yok arabalardan. Öğleden sonra işte saat üç dört civarına kadar en az yirmi kez araba altında kalmaktan kurtuldum. Daha önce de aynı sıkıntılar ile karşı karşıya kalsam da bu kadar olmamıştı. Özellikle ana cadde ve buna bağlı sokak girişlerinde arabalar ile kafa kafaya geldim. Öyle hız delisi de değilim. Taş çatlasa 10 km bulmayan bir hızım vardır. Aheste giderim. Devam edelim. Şemsettin kavşağında geldiğim caddeden sola sapacağım. Yaya geçidine yavaşça dönerken, karşıdan gelen bir araç sinyal yakmadan ve yavaşlamadan sağa sapmaya çalıştı. Ben durdum ne olur olmaz, diye. Aracın sürücüsüne baktım kimdir diyerek. Sürücü bildiğim kadarıyla emekli bir öğretmendi. Tabii ismini falan biliyorum, bende kalsın. Bana baktı aynı hızla giderken. Herhalde gözüne bakıp, onun oradan sağa dönüşünü okumamı istedi. Hani, “beyin okumak” derler o hesap. Yoksa yaya geçidini öpmek içten bile değil. Devam etmekte fayda olur kanaatindeyim.