Hayat dediğin nedir ki, geçip giden otomobil ışıkları gibi anlaşılmazlığını öğrendim. Ve gözleri kamaştırıp aklı bir yerlere götüren, belki bir yarış kimin için ne zaman biteceği belli olmayan sonu öğrendim. Ama sonunda dinlenmek için yeterli sürenin verildiğini öğrendim. Hayatın tek perdelik tiyatro oyunundan ibaret olduğunu öğrendim. Hayat, soru bankası gibi olduğunu ama cevaplar arkada olduğu için bakamadığımı öğrendim. Kısa hayatta yapabileceğimiz tek şeyin sevilebilecek biri olmayı öğrendim. Güven elde etmek için yılların gerektiğini, ama yok etmek için saniyelerin bile yeterli olduğunu öğrendim. İki kişinin tamamen aynı olan bir şeye baktıklarında bile farklı şeyler görebileceklerini öğrendim. Yazmanın konuşmak kadar duygusal gayret gerektirdiğini öğrendim. Hayatın bizi mutlu etmek gibi bir derdi olmadığını öğrendim. Mutluluk sadece bizlerin peşine düşebileceğimiz yaramaz, hareketli, yakalanması zor bir kuş olduğunu öğrendim. Yaşadıklarımız zihnimizin derinliklerine yazıldıkça o kuş bizden her gün biraz daha uzaklaştığını ve her birimiz mürekkep kalemle yazılıp zihnimizi kara kara dolduran o kalabalık izlerden çabucak kurtulmayı hayal ettiğimizi öğrendim. Eğer bir insan mutsuzsa, onu hiçbir şeyle mutlu edemeyeceğinizi, çünkü mutluluk bir aşama olduğunu öğrendim. Köşkler, yatlar, katlar, hatta mevki, başarı ve sevgi bile bazen insanı mutlu etmeye yetmediğini öğrendim. Bu dünyaya gelen her canlı, öyle ya da böyle acıyla tanıştığını ve zor da olsa, içini kanatsa da acıyla başa çıkacağını öğrendim. Ve acıyı tanımayana hayat mutluluk kapılarını kolay açmadığını önce hak etmek gerektiğini öğrendim.