İnsanın kendini bir takım tehlikelerden güvende hmesi güzel bir duygu. Hele hele tehlikeli gördüğü bir takım hususlarla ilgili işin ehli olan ve yetkili kişilerin gerekli tedbirleri aldığını düşünmek insana ayrı bir güven duygusu veriyor. Ancak muhtemel tehlikeler karşısında önlem ve tedbir noktasında birtakım açıkların olduğunu da hissedince ister istemez bu sefer deinsanın içine bir karamsarlık çöküyor.
Şu bir gerçek… Ülkemiz bir deprem coğrafyası. Sık sık deprem gerçeği ile karşılaşmaktayız ve önümüzdeki süreçte de karşılaşacağız. Hatta gün geçmiyor ki halk içinde büyük bir depremin beklentisi dillendirilmemiş, toplumun gündemini şekillendirmemiş olsun.
“Efendim… Önümüzdeki şu kadar yıl içinde Marmara bölgesinde şu büyüklükte bir deprem meydana gelecek. Bu büyüklükteki deprem ağır yıkımlara sebep olacak. Tarihte bu bölgede periyodik olarak büyük depremler olmuş. Su sıralar da bu periyodik sürece baktığımızda beklenen depremin zamanı…” gibi söylemler…
Peki, madem böyleyse, tedbirler noktasında neler yapıyoruz?
Diyebiliriz ki “Kentsel dönüşüm projeleri kapsamında bütün binaları yeniliyoruz. Daha sağlam binalar yapıyoruz. Depreme karşı tüm alt yapılarımızı elden geçirip güçlendiriyoruz.” gibi önlem ve tedbirleri sıralayabiliriz.
Ama aslında bu önlemlerin hiç biri gerçek manada tatmin edici değil.
Neden?
Bu gün seksen milyonluk ülkemiz nüfusunun neredeyse yirmi beş, otuz milyonluk kısmı bu bölgede yaşıyor. Aktif, genç, dinamik nüfus bu bölgede barınıyor. Ülkemiz sanayisini, ekonomisini bu bölge ayakta tutuyor. Neredeyse ülkemizi bu bölge doyuruyor. Bu yüzdendir ki çalışmak, karnını doyurmak isteyen ülkemiz insanı çantasını eline aldığı gibi kapağı bu bölgeye atıyor.
Allah göstermesin. Dillendirildiği büyüklükte bu bölgede bir deprem olursa, burada toplanan, nerdeyse ülkemizin üçte birlik nüfusu ne olur? Sanayisi ve dolayısıyla ekonomisi bir gecede çöken bu halk ne yapar?
Hayal etmek bile sıkıcı…
Peki gerçek manada bir tedbir nasıl olur?
Bu gün bir çok ülke dünyanın karşılaşacağı ve insanlık neslini yok edebilecek muhtemel tehlikeler için önlem babında yarı gerçek yarı magazinel mahiyette başka gezegenlerde yer edinmeyi, koloniler kurmayı dillendirirken biz neredeyse bütün nüfusumuzu ülkemizin en tehlikeli bölgesinde topluyoruz?
Neden insanları bu bölgeye çeken unsurları ülkemizin değişik bölgelerine serpiştirmiyoruz.
Yine neden aklına esen herkes hiçbir sorgu sual olmaksızın bu en tehlikeli bölgeye yerleşebiliyor?
Şu bir gerçek… Bu gün İstanbul demek Türkiye demek, Türkiye demek de İstanbul demek. Biz bu gün İstanbul’da yaşayan insanları rahatlatmak için tüm gayretimizi gösteriyoruz. Ama İstanbul rahatladıkça Anadolu oraya akıyor. Anadolu oraya aktıkça, sıkışan nüfusu rahatlatmak için tekrar çaba, gayret ve harcamalar…
Kısır bir döngü…
Asıl yapılması gereken ve en önemli tedbir ülkemiz nüfusunu bir bölgede değil her bölgede yaşatabilmenin önlemini almak. Allah göstermesin ama, bu tedbir sayesinde bölgede meydana gelen büyük bir depremde yıkılan bir şehir olur ve o yara da hep birlikte sarılır. Millet, devlet yoluna devam eder.
Yoksa bir şehrin, bir bölgenin yaşadığı bir depremle koca bir millet yok olur…