Uzun yıllar geçti ama dün gibi hatırlıyorum. Acıyla!..İlkokula başlamış Nilsu kızımızın Barbaros İlkokulunda eşimle birlikte ilk veli toplantısındaydık. Öğretmen, çocuklarla ilgili kaygılarına kulak vermeye çağırıyordu bizi. Çocuklar yeterince çalışmıyor, gayret sarf etmiyordu ona göre...Öğretmenin bu sözlerine karşı bir baba soyut düşünce gerektiren derslerin, örneğin matematiğin, çok erken aşamada çocuklara verilmeye başlandığını; çocukların bilişsel sisteminin henüz bu tür bilgilere hazır olmadığını; bu nedenle zorlandıklarını; bunun da okuldan soğumaya yol açtığını söyledi.Dayanamadım,söze katıldım ve okula dün bir bugün iki başlamış çocuklara “dört işlem”den önce çiçekleri, kuşları, böcekleri, ağaçları, otları, ırmakları, denizleri, dağları, rüzgârı, güneşi anlatmanın daha verimli olabileceğini söyledim.Hepimizin kalbine bıçak gibi saplanan şu soruyla karşılık verdi öğretmen:“Siz çocuklarınızın geleceğini düşünmüyor musunuz?!”Durum açıktı: 6-7 yaşındaki körpe beyinlerin yıllar sonraki Anadolu lisesi giriş sınavlarına şimdiden hazırlanmaya başlaması lâzımdı. Öyle börtü-böcekle, kuşla-güneşle vakit kaybedilemezdi. Bu, bir “yarış”tı. (Elbette, aynı zamanda bunları söyleyen öğretmen için bir “yarış”!)Ve yarışta geri kalacak olana, gelecek yoktu.Gelecek için “bugün”ü feda etmek gerekiyordu.Dolayısıyla hiçbir şey yapamadık ve istemeyerekte olsa çarkın bir parçası olduk. Okumayı (aslında korkunç stres altında kaldığı için) sökmekte geciken çocuklarımızı, daha ilkokul birde kurslarla tanıştırıp ek okuma-yazma dersleri aldırdık.Sonuçta sürece uyum sağlamışlardı.Ama ne seslerinde cıvıltı, ne gözlerinde pırıltı, ne de içlerinde coşku kaldı.Ruhlarını “sistem”e teslim ettiler.
Bu bir veli ve öğretmen olarak “öğretmen” deneyimim. Öğrenci olarak benzeri “öğretmen” deneyimlerimi anlatmaya ne bu köşe, ne de gazetenin sayfaları yeter!..Bazen arkadaşlarla buluşuyoruz da okul günlerinden lâf açıldığında bakıyorum, hatırladığımız öğretmenlerin çoğu, sınıftaki sertlik ve şiddetini bunca yıl sonra “matrağa vurarak” anlattıklarımızdan ibaret.Ama iyi öğretmenlerimiz olmadı mı, oldu tabii ve zihnimizde birer kara leke gibi kalanlardan farklı olarak onlar, kalplerimizde taht kurup rol model oldular bize…Söz gelimi İlkokul öğretmenim, rahmetli Murat Ekiz’in sınıfta Kemalettin Kamu’dan, Ziya Osman Saba’dan, Faruk Nafiz Çamlıbel’den coşkulu bir ahenkle ve kendinden geçmiş halde sıralarımızın arasında dolaşarak şiirler okuyuşunu, bunu da dün gibi hatırlıyorum! Ve onun örneğini bugün,öğretmen olduğum yıllarda Özdemir Asaf’tan, Nazım Hikmet’ten, Attila İlhan’dan şiirlerle sürdürdüm!..
Bence İyi öğretmen, önce “dost” olmalı.“Motive edici” olmalı ki öğrenci “içe kapanmasın’’.Sadece “öğreten” olmamalı, dersi sevdiren olmalı, çocukların farklılıklarını gözeten olmalı.Okula, “Eve gidiyorum” gibi giden öğretmen olmalı.Empati kurabilmeli, bizim açımızdan dünyaya bakabilmeli.“Geri bildirimler”le öğrenciyi “motive edebilmeli”.Mutlu olmalı, eğlenceli olmalı.Donanımlı olsun; her şeyi bilecek diye bir şey yok, ama “gerçek hayat”la da ilişkilendirebilsin anlattıklarını.Ve en önemlisi:Öğretmen özgür olsun !Öğretmen özgür olursa öğrenciyi de özgür kılar!.İyi öğretmen’’sonsuz öğrenci ‘’olabilendir.