Vahit KOÇ
Köşe Yazarı
Vahit KOÇ
 

YILBAŞININ ARDINDAN ZİHİNLERE TAKILANLAR

Müslüman toplumlarda her sene yeni yıla girerken bir tartışmadır başlar... Yılbaşını kutlayanlar, kutlamayanlar…  Ya da Müslüman yıl başı kutlar mı kutlamaz mı, gibi Tabi soruyu bu şekilde sorduğumuzda bu sefer karşımıza şu sorular da çıkıyor. O zaman Nevruz’da ne yapalım? Dünyanın azımsanmayacak bir kısmı da Nevruz’ yeni bir yılın başlangıcı kabul edip onu kutluyor. Aynı tepkiyi verelim mi vermeyelim mi? Olmadı, Hicri yılbaşında gelen bir yıl başı tebrikini nasıl karşılayalım? Öyle ya böyle bir mesaja nasıl karşılık verelim?  Belki şu şekilde kendimizi savunmaya çalışabiliriz. “Tamam... Biz onlara bir şey demiyoruz. Hadi, karşı da değiliz. Biz asıl onlara, yani o Hıristiyanlara benzemeye karşıyız. Benzemenin haramlılığını dile getiriyoruz.” Şayet “benzeme” noktasından bakarsak, o zamanda karşımıza top yekun bir hayat çıkıyor. Doğum törenlerimizden tutunda, düğün törenlerimizin,  evlerimizin, eşyalarımızın, yediklerimizin, içtiklerimizin, giydiklerimizin, kuşandıklarımızın, şehirlerimizin, kasabalarımızın, köylerimizin, mimarimizin, dillerimizin, edebiyatımızın, türkülerimizin, şarkılarımızın, tatilimizin, tatil günlerimizin, hatta hayallerimizin bile onlara benzediğini görürüz. Yani, şunu diyorum; tüm değerlerimiz onlara benzerken, benzetilirken elimize bir sopa alıp bunlardan birisinin kafasına kafasına vurmak bizi beklediğimiz, hayal ettiğimiz bir sonuca ulaştıramayacaktır. İkinci bir husus da Noel Baba olayı… Gerçekten, adamlar başkalarına öyle bir yaklaşım dili geliştirmişler ki… Çocukların dünyasından bakın olaya. Ton ton bir dede… Sırtında çocuklar için son derece çekici hediyeler dolu bir çuval. Adamı kapıdan kovsan bacadan giriyor. Bu durumun, o çocukların kimlik, kişilik dünyasında oluşturduğu etkiyi bir düşünün. En azından kendi geçmişinizi göz önüne getirin. Mesela, benim hiç unutmadığım bir hediye… Bir büyüğümün, daha okuma yazma bilmediğim zamanlarda bana vermiş olduğu, içerisi hayvan resimleriyle dolu “Canlılar Dünyası “isimli bir kitap…  Elli yılı aşkın bir zaman geçmesine rağmen ne o kitabı, ne de onu veren kişiyi unuturum. Tebessümle ifade ediyorum… İyi ki Noel Baba veya o ayarda birisi değilmiş.  Evet! Olaya bu açıdan bakın. Adamların ne kadar sağlam bir dil geliştirdiklerini fark edeceksiniz. Daha, “ işin ehli birisinin, bizim bilmeyenlerimize, Hz İsa’nın acıklı hayatını ve onların penceresinden, çok sevdiği canını biz günahkar insanlar için nasıl feda ettiği konusunu anlatması halinde ne olur veya ne oluyor?” konusuna girmeye gerek yok. Gelelim asıl soruya… Peki onların  bu dilleri karşısında bizler uygun  bir dil geliştirebildik mi? “Olmaz- gitmez” den başka, “haram”dan başka, “aman onlara benzersiniz” den,” dinden -imandan olursunuz”dan başka bir dil geliştirebildik mi?  Onların bizi zorlayan bu değerleri karşısında bizlerin de toplumsal yüreğimizin derinliklerindeki değerleri insanlara, insanlığa en uygun bir lisanla sunabildik mi?  Veya en azından bu çaba ve gayretin içinde olabildik mi? Gerçekten! Bir düşünelim bakalım…  Kaç tanemiz çocuklarımızla ilgili, öncelikli olarak kimlik, kişilik, şahsiyet noktasında bir beklenti içindeyiz.  Koyalım elimizi vicdanımıza, bir yoklayalım kendimizi… Kaç tanemizin çocuklarımız, gençlerimizle ilgili maddi geleceğinin dışında, yüreğimizin derinliklerinde bir endişe saklı? Yine, gençlerin gözünde anlamsız, manasız veya anlaşılamayan bir takım ritüelleri onlara bir şekilde dayatmadan öte, onların yüreklerini dolduracak, şekillendirecek, yüreklerini yüreklere bağlayacak bir sunumumuz, örnekliğimiz, örneklerimiz var? Aslında yapılması gereken, nefret dili yerine rekabet dili oluşturabilmek. Çünkü nefret dili uzaklaştırır, rekabet dili ise insanları kendine yaklaştırır.       .  
Ekleme Tarihi: 08 Ocak 2019 - Salı
Vahit KOÇ

YILBAŞININ ARDINDAN ZİHİNLERE TAKILANLAR

Müslüman toplumlarda her sene yeni yıla girerken bir tartışmadır başlar... Yılbaşını kutlayanlar, kutlamayanlar…  Ya da Müslüman yıl başı kutlar mı kutlamaz mı, gibi

Tabi soruyu bu şekilde sorduğumuzda bu sefer karşımıza şu sorular da çıkıyor.

O zaman Nevruz’da ne yapalım? Dünyanın azımsanmayacak bir kısmı da Nevruz’ yeni bir yılın başlangıcı kabul edip onu kutluyor. Aynı tepkiyi verelim mi vermeyelim mi? Olmadı, Hicri yılbaşında gelen bir yıl başı tebrikini nasıl karşılayalım? Öyle ya böyle bir mesaja nasıl karşılık verelim? 

Belki şu şekilde kendimizi savunmaya çalışabiliriz.

“Tamam... Biz onlara bir şey demiyoruz. Hadi, karşı da değiliz. Biz asıl onlara, yani o Hıristiyanlara benzemeye karşıyız. Benzemenin haramlılığını dile getiriyoruz.”

Şayet “benzeme” noktasından bakarsak, o zamanda karşımıza top yekun bir hayat çıkıyor. Doğum törenlerimizden tutunda, düğün törenlerimizin,  evlerimizin, eşyalarımızın, yediklerimizin, içtiklerimizin, giydiklerimizin, kuşandıklarımızın, şehirlerimizin, kasabalarımızın, köylerimizin, mimarimizin, dillerimizin, edebiyatımızın, türkülerimizin, şarkılarımızın, tatilimizin, tatil günlerimizin, hatta hayallerimizin bile onlara benzediğini görürüz.

Yani, şunu diyorum; tüm değerlerimiz onlara benzerken, benzetilirken elimize bir sopa alıp bunlardan birisinin kafasına kafasına vurmak bizi beklediğimiz, hayal ettiğimiz bir sonuca ulaştıramayacaktır.

İkinci bir husus da Noel Baba olayı…

Gerçekten, adamlar başkalarına öyle bir yaklaşım dili geliştirmişler ki… Çocukların dünyasından bakın olaya. Ton ton bir dede… Sırtında çocuklar için son derece çekici hediyeler dolu bir çuval. Adamı kapıdan kovsan bacadan giriyor.

Bu durumun, o çocukların kimlik, kişilik dünyasında oluşturduğu etkiyi bir düşünün. En azından kendi geçmişinizi göz önüne getirin. Mesela, benim hiç unutmadığım bir hediye… Bir büyüğümün, daha okuma yazma bilmediğim zamanlarda bana vermiş olduğu, içerisi hayvan resimleriyle dolu “Canlılar Dünyası “isimli bir kitap…  Elli yılı aşkın bir zaman geçmesine rağmen ne o kitabı, ne de onu veren kişiyi unuturum. Tebessümle ifade ediyorum… İyi ki Noel Baba veya o ayarda birisi değilmiş.

 Evet! Olaya bu açıdan bakın. Adamların ne kadar sağlam bir dil geliştirdiklerini fark edeceksiniz.

Daha, “ işin ehli birisinin, bizim bilmeyenlerimize, Hz İsa’nın acıklı hayatını ve onların penceresinden, çok sevdiği canını biz günahkar insanlar için nasıl feda ettiği konusunu anlatması halinde ne olur veya ne oluyor?” konusuna girmeye gerek yok.

Gelelim asıl soruya… Peki onların  bu dilleri karşısında bizler uygun  bir dil geliştirebildik mi? “Olmaz- gitmez” den başka, “haram”dan başka, “aman onlara benzersiniz” den,” dinden -imandan olursunuz”dan başka bir dil geliştirebildik mi?

 Onların bizi zorlayan bu değerleri karşısında bizlerin de toplumsal yüreğimizin derinliklerindeki değerleri insanlara, insanlığa en uygun bir lisanla sunabildik mi?  Veya en azından bu çaba ve gayretin içinde olabildik mi?

Gerçekten! Bir düşünelim bakalım…  Kaç tanemiz çocuklarımızla ilgili, öncelikli olarak kimlik, kişilik, şahsiyet noktasında bir beklenti içindeyiz.

 Koyalım elimizi vicdanımıza, bir yoklayalım kendimizi… Kaç tanemizin çocuklarımız, gençlerimizle ilgili maddi geleceğinin dışında, yüreğimizin derinliklerinde bir endişe saklı?

Yine, gençlerin gözünde anlamsız, manasız veya anlaşılamayan bir takım ritüelleri onlara bir şekilde dayatmadan öte, onların yüreklerini dolduracak, şekillendirecek, yüreklerini yüreklere bağlayacak bir sunumumuz, örnekliğimiz, örneklerimiz var?

Aslında yapılması gereken, nefret dili yerine rekabet dili oluşturabilmek. Çünkü nefret dili uzaklaştırır, rekabet dili ise insanları kendine yaklaştırır.

 

 

  .

 

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yildizhaber.com.tr sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.