Gelelim diğer bir hususa …
Biliyor musunuz? Allah Kuran’da insanlara seslenirken onlara “namaz kılın” ifadesi üzerinden seslenmiyor. Peki ya ne diyor? “Namazı dosdoğru kılın.” Bu ifade kim için kullanılır? Namaz kılmayanlar için değil. Namaz kılanlar için. O zaman zihnimizde şöyle bir soru oluşacak… Madem ki bu ayetler Hz Muhammed üzerinden o günkü topluma da bir sesleniş… Demek ki o toplum namazı tanıyor, namazı biliyor, kılıyor. Hatta “Maun” suresindeki namaz kılanları kınayıcı ifadeleri de göz önüne getirdiğimizde onların namaz anlayışının eleştirildiğine, “yazıklar olsun o namaz kılanlara ki namazlarından gafildirler” diye seslenildiğine şahit oluyoruz. Ve anlıyoruz ki Allah bizleri namazı dosdoğru kılmaya ya da doğru namaz kılmaya davet ediyor.
Yoksa namaz daha önceki toplumlarda da bilinen ancak zaman zaman amacından uzaklaştırılmış bir şekilde icra edilen bir ibadet.
O zaman doğru namaz nedir?
Bu soru namaz kılanların zihninde genellikle namazın şekli üzerinden cevap buldu veya cevaplandırılmaya çalışıldı. “Doğru namaz” denildi… Ayakta şu şekilde duracaksın… Rükûda sırtında su dolu bardak… Tahıyyatta ayak parmakların… Secdede burnun, elin, parmakların, denildi.
Yine bu insanlara en doğru namazı, harflerin telaffuzu üzerinden anlattılar. “Aman” dediler… Harflere dikkat… Eğer bir harfi yanlış telaffuz edersen… Birinin yerine diğerini söylersen…
Biz de tüm gücümüzü, enerjimizi, yaşamış olduğumuz pratik hayatta bizi şekillendirici, salih ameller noktasında, yani insanın insana davranışları noktasında mükemmel bir insan olma yolunda alıp götürücü, kişinin Yaratanıyla kurmuş olduğu mükemmel bir dialog olduğunun anlaşılması, anlatılması için sarf etmemiz gerekirken, doğru şekil ve doğru telaffuz üzerinden biriktirdiğimize inandığımız sevapların hayalleri ile meşgul olduk.
Yine olmadı, “namazlar” dedik, “işlediğimiz günahları yok eder.” Eder mi? Eder… Ayrı… Ama biz hep o noktaya, günah işleyip namazla sildirmenin kolaylığı veya basitliği noktasına odaklandık... Namazımıza güvenerek günah işleyebildik. Öyle ki “sabah günah işlersek, öylen namazıyla affettiririz” dedik. “Öğleden sonra işlersek ikindi, ikindiden sonra işlersek akşam namazıyla affettiririz” diye düşündük. “Ne kolaylık” dedik. Ama namaz kıldığımız halde günah işlemeyen bir insan olabilmenin hiç hesabını yapmadık, yapamadık.
Oysa Rabbimizin kılmış olduğumuz namaza koyduğu hedef, namazın bizi hayasızlıktan ve kötülüklerden alıkoyması . O namazın önüne böyle bir hedef koydu . (Ankebut 45) İşte doğru namaz seni önündeki tüm zaman diliminde kötülüklerden alıkoyacaktır.
Bu iki tip namaz anlayışından sonra zihnimizde şu canlandırmayı yapabiliriz.
Karşımızda iki tip namaz kılan insan var.. Biri namazı sadece işlediği lüzumsuzlukları, günahları temizleme aparatı olarak görüyor. Hatta şunu da diyebiliyor: “Bu günahı işlersem, veya şöyle bir kötülük yaparsam namaz kılar kendimi affettiririm.” Hatta olmadı… “Böyle bir günah işlersem şu ibadeti yaparım. Sonra da anamdan doğmuş gibi ter temiz olurum.” der.
Diğeri ise, Rabbiyle kurmuş olduğu muhabbet sebebiyle namazı, Onun sevmediği, razı olmadığı düşünce ve davranışlarla ilgili arasına mesafe koyduran, kötülüklerden alıkoyan bir eylem olarak görüyor,
Şimdi şöyle soralım… Peki biz bu iki tip insanın hangisinden emin olabiliriz. Hangisinin kötülük yapmayacağından, hangisinin elinden, dilinden emin olabiliriz. Dikkat edin… İkisi de namaz kılan kişiler…
Birisi için “Valla namaz kılmasına rağmen ne yapacağı belli olmaz, güvenilmez.” Diğeri için ise “Gerçekten, kendisinden Allah razı olsun, her yönüyle güvenebileceğin, emin olabileceğin, mükemmel bir adam.” diyebiliriz.
Konuya gelecek yazımızda devam edeceğiz inşallah…