Güneşin doğuşu her zaman muhteşem olur; her ne kadar insanların çoğu güneş doğarken karanlıkları yaşam biçimine dönüştürmek istercesine yorganın altına saklansalar da. Güneş doğarken kendilerini uykuya mahkum edenler, elbette güneşin batışının güzelliği ile yetinmek zorunda kalacaklardır. Güneş doğarken ufuk çizgileri iyice belirgin hale gelir, netleşir. Sanki varlık-yokluk sınırının açığa çıkması gibi bir şey bu.
Güneş, her sabah yeni bir güneş olarak doğar. Önce yıldızlar, belki de güneşe saygılarından bir bir gözden uzaklaşmaya başlarlar. Ay sessizce bir kenara çekilir. Güneş, doğarken kamaştırır gözleri; ısıtmasa bile aydınlatır her yeri; eritir karanlıkları, arıtır ruhları.
Doğanın söylemeye başladığı “diriliş” şarkısına kulak vermek gerekir. Dahası, diriliş sürecine katılmak gerekir. Kendi varlığının, yaşayıp yaşamadığının farkında olmak ihtiyacı hmeyen kimselerin güneşle, ayla, yıldızlarla ilgilenmesini beklemek, doğrusu onlara haksızlık olur. Günümüzde beton yığınlarının içine sıkışıp kalmış olan insan beyninin apartman bloklarının arasından sızan ışıkların güneşe ait olup olmadığını fark etmesi bile çok kolay değil. Ayakları toprağa basmayan insan, ne güneşi, ne ayı, ne de yıldızları görebilir. Zaten yıldızların çoğu, büyük şehirlerin üzerinden kaçmış; gökyüzü boşalmış gibi…
İnsanın, insan olduğunu hatırlaması için ayağı toprağa basmalı. İnsanı topraktan uzaklaştırmak, insanı aslından uzaklaştırmaktır. İnsan topraktan yaratılmıştır. Toprak insanı eşitler… Topraktan kopmak, varlık bütünlüğünden kopmak demektir. Toprağı tanımayan, insanı da tanımaz.
İnsan, kendi varlığının, evrendeki yerinin farkında olduğu kadar ve hayatını anlamlı kılabildiği kadar insandır. İnsan varoluşsal bütünlükten koptuğu zaman fıtrata/yaratılışın yasalarına aykırı düşmüş olur. Güneşi unutan, yıldızların farkında olmayan bir insan, insanın ve doğanın Allah’ın bir emaneti olduğunu nasıl hatırlayabilir? Fıtrata açılan kapı, insanın kendisini tanımasından ve anlamasından geçer. Güneşin doğuşu, fıtratın dirilişi demektir.