Vahit KOÇ
Köşe Yazarı
Vahit KOÇ
 

RESMİN DERİNLİĞİNE BAKMAK…

Hani derler ya, ‘Resmin bütününe bakmak lazım’ Bu gün resmin bütününe bakmaktan değil de resmin derinliğine bakmaktan söz etmek istiyorum. Resmin bütününü görmek ‘an’ın yüzeysel büyüklüğünü, genişliğini kavrayabilmemizi sağlar. Resmin derinliğine bakmak ise bizim olup bitenlerin gerilerini, derinliklerini ve gelecekte doğuracağı sonuçları anlayabilmemizi kolaylaştırır. Herkesin ilk bakışta göremediği hakikatleri, gerçekleri görebilmemize yardımcı olur. Herhangi bir ressam tarafından yapılmış olan bir manzara tablosunu düşünün. Ressam bu tabloda kulübelere, köprülere, ağaçlara, derelere, masmavi bir gökyüzüne, başı karlı dağlara yer vermiş. Gerçekten mükemmel bir tablo… Diyelim ki biri bana bu tabloda neler gördüğümü, onu nasıl okuduğumu sordu. Ben de tablonun yüzeyinde şekil olarak ne görünüyorsa, genelde bütün insanların gördüğü ne ise söylemeye başladım. Dedim ki; ağaçlar… Dereler... Kulübeler…  Gökyüzü ve karlı dağlar… Okumam bu… Aslında bu resmin karşısına insan dışında bir canlıyı oturtsan belki o da aynı şeyleri gördüğünü ifade edecektir. Sonra bir başkasına soruldu diyelim…  “Sen ne görüyorsun.” O kişi de daha farklı şeylerden bahsetmeye başladı… “Ressam” dedi, “mükemmel.” Işıklar…  Renkler…  Efendim, bakılan nokta… perspektif…”  falan…  Bu ikinci kişi ressamın yeteneğini, onun resim kabiliyetini gördü. Bu görüş aslında ilk kişinin değerlendiremeyeceği, göremeyeceği bir bakış ortaya koydu. Üçüncü bir kişiye de dediler ki; “Hele sen de bir bak. Sen ne görürsün?” O da dedi ki “ ben bu resme baktığımda ressamın yüreğini, yüreğinin güzelliğini, orada barındırdığı duyguların güzelliğini  görüyorum. Öyle bir yüreği var ki Rabbinin değişik mekanlarda yarattığı güzellikleri en uygun bir şekilde insanlara sunmak istiyor. İnsanların bu güzellikleri görmesini sağlamaya çalışıyor. Yani üçüncü kişinin okumasına göre ressam, bir yerde Allah’ın tabiatta var olan ayetlerini insanların dikkatine arz eden yüreği görüyor. Aynı resmi okuyan bu üç kişiyi yan yana getirdiğimizde, ilk okuyan kişi okuyuşunda bir noksanlık olmadığını, en doğru kendisinin okuduğunu ifade eder. Aslında ikincisi de kendi okuyuşunun ötesini göremediği için daha ileri bir okuyuşun var olduğunu kabul etmez. En doğru okumayı kendisinin yaptığını düşünür. Üçüncüsünün okuyuşu ise belli. Belki resmi dördüncü bir kişi okusa idi daha derin bir okuyuş neticesi ile karşılaşabilirdik. Böyle bir örnek üzerinde neden durdum derseniz; herkes olup bitenleri değerlendirirken, veya olayları okurken en doğru okuyuşun kendi okuyuşları olduğunu iddia ederler. Ve her zaman fikirlerinin doğruluğundan, görüşlerinin isabetli olduğundan çok emindirler. Ara sıra resmin gerilerini, derinliklerini okuyanları gördüklerinde veya bu doğrultuda bir ses duyduklarında görüş, anlayış ve kavrayış noktasında kendileriyle onlar arasında hiçbir fark olmadığını haykırırlar. Onların da tıpkı kendileri gibi bir insan olduklarını ilan ederler. Bu söylemler sadece sıradan insanlara karşı değil, geçmişte peygamberlere karşı da kullanılan en kuvvetli karşı çıkış argümanları olmuştur. Bu argümanlar “Siz neden bahsediyorsunuz. Siz de bizim gibi insanlarsınız. Bizden ne farkınız var ki.. Hiçbir fark göremiyoruz…” şeklinde karşı çıkış cümleleri üzerine kurulmuştur. Fakat kesin olan şu ki tarih, resmi yüzeydeki şekiller üzerinden değil de, derinliği, yani ressamın kalbi üzerinden okuyanları hep haklı çıkarmıştır. Aslında tarihi de tarihin kalbi üzerinden okumak gerekir. Kim bilir o zaman ne gerçeklerle karşılaşılır?    
Ekleme Tarihi: 04 Mart 2019 - Pazartesi
Vahit KOÇ

RESMİN DERİNLİĞİNE BAKMAK…

Hani derler ya, ‘Resmin bütününe bakmak lazım’

Bu gün resmin bütününe bakmaktan değil de resmin derinliğine bakmaktan söz etmek istiyorum. Resmin bütününü görmek ‘an’ın yüzeysel büyüklüğünü, genişliğini kavrayabilmemizi sağlar. Resmin derinliğine bakmak ise bizim olup bitenlerin gerilerini, derinliklerini ve gelecekte doğuracağı sonuçları anlayabilmemizi kolaylaştırır. Herkesin ilk bakışta göremediği hakikatleri, gerçekleri görebilmemize yardımcı olur.

Herhangi bir ressam tarafından yapılmış olan bir manzara tablosunu düşünün. Ressam bu tabloda kulübelere, köprülere, ağaçlara, derelere, masmavi bir gökyüzüne, başı karlı dağlara yer vermiş. Gerçekten mükemmel bir tablo…

Diyelim ki biri bana bu tabloda neler gördüğümü, onu nasıl okuduğumu sordu. Ben de tablonun yüzeyinde şekil olarak ne görünüyorsa, genelde bütün insanların gördüğü ne ise söylemeye başladım. Dedim ki; ağaçlar… Dereler... Kulübeler…  Gökyüzü ve karlı dağlar… Okumam bu…

Aslında bu resmin karşısına insan dışında bir canlıyı oturtsan belki o da aynı şeyleri gördüğünü ifade edecektir.

Sonra bir başkasına soruldu diyelim…  “Sen ne görüyorsun.” O kişi de daha farklı şeylerden bahsetmeye başladı… “Ressam” dedi, “mükemmel.” Işıklar…  Renkler…  Efendim, bakılan nokta… perspektif…”  falan…

 Bu ikinci kişi ressamın yeteneğini, onun resim kabiliyetini gördü. Bu görüş aslında ilk kişinin değerlendiremeyeceği, göremeyeceği bir bakış ortaya koydu.

Üçüncü bir kişiye de dediler ki; “Hele sen de bir bak. Sen ne görürsün?” O da dedi ki “ ben bu resme baktığımda ressamın yüreğini, yüreğinin güzelliğini, orada barındırdığı duyguların güzelliğini  görüyorum. Öyle bir yüreği var ki Rabbinin değişik mekanlarda yarattığı güzellikleri en uygun bir şekilde insanlara sunmak istiyor. İnsanların bu güzellikleri görmesini sağlamaya çalışıyor. Yani üçüncü kişinin okumasına göre ressam, bir yerde Allah’ın tabiatta var olan ayetlerini insanların dikkatine arz eden yüreği görüyor.

Aynı resmi okuyan bu üç kişiyi yan yana getirdiğimizde, ilk okuyan kişi okuyuşunda bir noksanlık olmadığını, en doğru kendisinin okuduğunu ifade eder. Aslında ikincisi de kendi okuyuşunun ötesini göremediği için daha ileri bir okuyuşun var olduğunu kabul etmez. En doğru okumayı kendisinin yaptığını düşünür. Üçüncüsünün okuyuşu ise belli. Belki resmi dördüncü bir kişi okusa idi daha derin bir okuyuş neticesi ile karşılaşabilirdik.

Böyle bir örnek üzerinde neden durdum derseniz; herkes olup bitenleri değerlendirirken, veya olayları okurken en doğru okuyuşun kendi okuyuşları olduğunu iddia ederler. Ve her zaman fikirlerinin doğruluğundan, görüşlerinin isabetli olduğundan çok emindirler. Ara sıra resmin gerilerini, derinliklerini okuyanları gördüklerinde veya bu doğrultuda bir ses duyduklarında görüş, anlayış ve kavrayış noktasında kendileriyle onlar arasında hiçbir fark olmadığını haykırırlar. Onların da tıpkı kendileri gibi bir insan olduklarını ilan ederler.

Bu söylemler sadece sıradan insanlara karşı değil, geçmişte peygamberlere karşı da kullanılan en kuvvetli karşı çıkış argümanları olmuştur.

Bu argümanlar “Siz neden bahsediyorsunuz. Siz de bizim gibi insanlarsınız. Bizden ne farkınız var ki.. Hiçbir fark göremiyoruz…” şeklinde karşı çıkış cümleleri üzerine kurulmuştur.

Fakat kesin olan şu ki tarih, resmi yüzeydeki şekiller üzerinden değil de, derinliği, yani ressamın kalbi üzerinden okuyanları hep haklı çıkarmıştır.

Aslında tarihi de tarihin kalbi üzerinden okumak gerekir. Kim bilir o zaman ne gerçeklerle karşılaşılır?

 

 

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yildizhaber.com.tr sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.