Erol KÜÇÜK
Köşe Yazarı
Erol KÜÇÜK
 

KADINLARIMIZA NE KADAR SAHİP ÇIKABİLİYORUZ?

Kalplerinde taşıdıkları sonsuz sevgiyle kimimizin annesi, kimimizin eşi, kimimizin kardeşi, kimimizin ablası... Ülkemizde her gün kadına karşı şiddet olayları devam ediyor. Nazım Hikmet’in dediği gibi, ‘Kadınlarımızın yüzü acılarımızın kitabıdır’ aslında. Dün 8 Mart Dünya Kadınlar günü idi. Doğumdan ölüme kadar hayatın her anında varlıklarını hissettiğimiz, bizi biz yapan Saygıdeğer kadınlarımızın bu özel gününü yürekten kutluyorum.  Bir bakıyorsun sokak ortasında kurşunları boşaltıyor kadının bedenine, bir bakıyorsun çocuklarının gözü önünde bıçaklıyor, bazen de ıssız bir köşede işkence ederek öldürüyor kadını…  erkek kardeş, baba, eş, sevgili, eski eş, hatta eski sevgili… Kimisi töreyi gerekçe gösteriyor, kimisi kıskançlığı, kimisi de namusu. Kimisi ayrılmak istemiyor, kimisi boşanmak. Erkekler, yıllar önce boşanmış veya ayrılmış olmasına rağmen bunu kabullenemiyor ve kanlı elleriyle kadınların hayatına son kez dokunuyor. Ama, erkekler kadınları neden öldürüyor, neden reddedilmeyi, boşanmayı kabullenemiyor, neden kadının ‘namus’undan kendisini mutlak anlamda sorumlu tutuyor, hangi zihniyetin ürünü kadınları kolayca ölüme sürüklüyor? Ülkemizde ki kadın cinayetleri, çok yönlüdür. Bu cinayetleri işleyen bazı erkekler kadını bir meta olarak görüyor. Saldırganlığın bir nedeni buradan kaynaklanıyor. Ne yazık ki geçmişten bu yana alışılagelmiş böyle bir anlayış, bir zihniyet var. Bu alışkanlığı sürdüren erkekler bu tür olayların yaşanmasına neden oluyor. Bir de olayın diğer bir yönü var: Erkeklerin kafalarında çözümlenmemiş bir karmaşa var. Erkek her şeye sahip olmak istiyor ama olamıyor, sürekli kadın üzerinde ağırlığını koymak istiyor. Kadınlara yönelik cinayetlere işte bu karmaşanın yansıması olarak bakmak lazım. Bu cinayetleri tek başlık altında toplamak çok doğru değil ama genel olarak erkeğin kadına uyguladığı şiddet olarak ele aldığımız zaman, toplumsal olarak erkeğe öğretilenler, yanlış namus, ahlak ve erkeğin fiziksel olarak kadına şiddet uygulayabilir konumda bulunması ortak payda olarak değerlendirilebilir. Doğduğu andan itibaren erkeğe yüklenen, ‘kadını korumak, sahiplenmek, kontrol etmek’ gibi görevler, erkeğin kadını sahip olduğu bir meta olarak görmesine katkıda bulunmaktadır. Toplumsal olarak kadına biçilen görev ise iyi ev kadını olmak, söz dinlemek, eşe sadakat ve itaat olunca, kendine göre bu davranışlardan sapma olduğu durumlarda, kadının ‘cezalandırılması gerektiği’ erkeğin öğretisi oluyor. Cezaların caydırıcılığı yeterli değildir. Asıl önemli olan toplumsal kültürü değiştirmektir ki bu, zaman isteyen bir süreçtir. Ama bir yerden başlanması gerekiyor. Kadın ve erkek tanımları ile görev tanımları belirlenerek, yeni bir toplumsal bilinç yaratılması gerektiği düşüncesindeyim. Erkek egemen bir toplumda yaşıyoruz. Erkekler özellikle de feodal kültürün etkisini yoğun biçimde hissederek büyüyen erkekler, kadınları daha çok kontrol etmek istiyor. Kendi kontrolü dışına çıktığında da yok etmeye çalışıyor. Töre ve namus kavramları kadın cinayetlerinin en önemli nedeni olarak görülüyor. Toplum baskısı ise görünmeyen bir sebep. Toplumda özellikle de belirli kesimlerde ‘namusunu temizlemeyen kişiye’ selam bile verilmeyebiliyor. İşte bu toplumsal baskı cinayete yönelmede şiddetin daha çok erkekler tarafından gösterilmesinin çeşitli nedenleri var. Bunlardan biri erkeklerin, öfke duygularını daha rahat sergileyebilecek şekilde yetiştirilmiş olmaları. Toplum kültüründe çocukluktan itibaren öfke erkeğe yakışan ama kıza yakışmayan bir duygu olarak benimsetiliyor. Kadının kızgınlığını ve öfkesine göstermesi hep yasaklanmaya çalışılıyor. Kırılganlık kadına, saldırganlık ise erkeğe özgü duygular olarak öğretiliyor. Bir ülkedeki siyasal, ekonomik ve toplumsal alandaki sorunların derinleşmesi, şiddetin artmasına neden olur. Ekonomik ve sosyal sorunlar kıskacında etkili çözümler üretemeyen ve yoğun çaresizlik yaşayan kişilerin şiddete başvurmaları daha kolay olur. Diğer taraftan ülkemizde psikiyatrik sorunlarda da ciddi bir artış görülüyor. Psikolojik sorun yaşayan kişilerin yeterince belirlenememesi ve uygun tedaviyi alamaması da şiddet olaylarındaki artışın nedenleri arasında sayılabilir. Yetkililer artık caydırıcı olarak kadın cinayetlerine karşı ağır cezalar vermeli... Başka yolu yok bunun.
Ekleme Tarihi: 09 Mart 2021 - Salı
Erol KÜÇÜK

KADINLARIMIZA NE KADAR SAHİP ÇIKABİLİYORUZ?

Kalplerinde taşıdıkları sonsuz sevgiyle kimimizin annesi, kimimizin eşi, kimimizin kardeşi, kimimizin ablası... Ülkemizde her gün kadına karşı şiddet olayları devam ediyor. Nazım Hikmet’in dediği gibi, ‘Kadınlarımızın yüzü acılarımızın kitabıdır’ aslında.

Dün 8 Mart Dünya Kadınlar günü idi. Doğumdan ölüme kadar hayatın her anında varlıklarını hissettiğimiz, bizi biz yapan Saygıdeğer kadınlarımızın bu özel gününü yürekten kutluyorum.

 Bir bakıyorsun sokak ortasında kurşunları boşaltıyor kadının bedenine, bir bakıyorsun çocuklarının gözü önünde bıçaklıyor, bazen de ıssız bir köşede işkence ederek öldürüyor kadını…

 erkek kardeş, baba, eş, sevgili, eski eş, hatta eski sevgili… Kimisi töreyi gerekçe gösteriyor, kimisi kıskançlığı, kimisi de namusu. Kimisi ayrılmak istemiyor, kimisi boşanmak. Erkekler, yıllar önce boşanmış veya ayrılmış olmasına rağmen bunu kabullenemiyor ve kanlı elleriyle kadınların hayatına son kez dokunuyor.

Ama, erkekler kadınları neden öldürüyor, neden reddedilmeyi, boşanmayı kabullenemiyor, neden kadının ‘namus’undan kendisini mutlak anlamda sorumlu tutuyor, hangi zihniyetin ürünü kadınları kolayca ölüme sürüklüyor?

Ülkemizde ki kadın cinayetleri, çok yönlüdür. Bu cinayetleri işleyen bazı erkekler kadını bir meta olarak görüyor. Saldırganlığın bir nedeni buradan kaynaklanıyor. Ne yazık ki geçmişten bu yana alışılagelmiş böyle bir anlayış, bir zihniyet var. Bu alışkanlığı sürdüren erkekler bu tür olayların yaşanmasına neden oluyor.
Bir de olayın diğer bir yönü var: Erkeklerin kafalarında çözümlenmemiş bir karmaşa var. Erkek her şeye sahip olmak istiyor ama olamıyor, sürekli kadın üzerinde ağırlığını koymak istiyor. Kadınlara yönelik cinayetlere işte bu karmaşanın yansıması olarak bakmak lazım.
Bu cinayetleri tek başlık altında toplamak çok doğru değil ama genel olarak erkeğin kadına uyguladığı şiddet olarak ele aldığımız zaman, toplumsal olarak erkeğe öğretilenler, yanlış namus, ahlak ve erkeğin fiziksel olarak kadına şiddet uygulayabilir konumda bulunması ortak payda olarak değerlendirilebilir. Doğduğu andan itibaren erkeğe yüklenen, ‘kadını korumak, sahiplenmek, kontrol etmek’ gibi görevler, erkeğin kadını sahip olduğu bir meta olarak görmesine katkıda bulunmaktadır. Toplumsal olarak kadına biçilen görev ise iyi ev kadını olmak, söz dinlemek, eşe sadakat ve itaat olunca, kendine göre bu davranışlardan sapma olduğu durumlarda, kadının ‘cezalandırılması gerektiği’ erkeğin öğretisi oluyor.
Cezaların caydırıcılığı yeterli değildir. Asıl önemli olan toplumsal kültürü değiştirmektir ki bu, zaman isteyen bir süreçtir. Ama bir yerden başlanması gerekiyor. Kadın ve erkek tanımları ile görev tanımları belirlenerek, yeni bir toplumsal bilinç yaratılması gerektiği düşüncesindeyim.

Erkek egemen bir toplumda yaşıyoruz. Erkekler özellikle de feodal kültürün etkisini yoğun biçimde hissederek büyüyen erkekler, kadınları daha çok kontrol etmek istiyor. Kendi kontrolü dışına çıktığında da yok etmeye çalışıyor. Töre ve namus kavramları kadın cinayetlerinin en önemli nedeni olarak görülüyor. Toplum baskısı ise görünmeyen bir sebep. Toplumda özellikle de belirli kesimlerde ‘namusunu temizlemeyen kişiye’ selam bile verilmeyebiliyor. İşte bu toplumsal baskı cinayete yönelmede şiddetin daha çok erkekler tarafından gösterilmesinin çeşitli nedenleri var. Bunlardan biri erkeklerin, öfke duygularını daha rahat sergileyebilecek şekilde yetiştirilmiş olmaları. Toplum kültüründe çocukluktan itibaren öfke erkeğe yakışan ama kıza yakışmayan bir duygu olarak benimsetiliyor. Kadının kızgınlığını ve öfkesine göstermesi hep yasaklanmaya çalışılıyor. Kırılganlık kadına, saldırganlık ise erkeğe özgü duygular olarak öğretiliyor.
Bir ülkedeki siyasal, ekonomik ve toplumsal alandaki sorunların derinleşmesi, şiddetin artmasına neden olur. Ekonomik ve sosyal sorunlar kıskacında etkili çözümler üretemeyen ve yoğun çaresizlik yaşayan kişilerin şiddete başvurmaları daha kolay olur. Diğer taraftan ülkemizde psikiyatrik sorunlarda da ciddi bir artış görülüyor. Psikolojik sorun yaşayan kişilerin yeterince belirlenememesi ve uygun tedaviyi alamaması da şiddet olaylarındaki artışın nedenleri arasında sayılabilir. Yetkililer artık caydırıcı olarak kadın cinayetlerine karşı ağır cezalar vermeli... Başka yolu yok bunun.

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yildizhaber.com.tr sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.