Kar denince insanın aklına genellikle kenarda yanan bir soba, bir şömine, kalın battaniyeler ve sıcacık
Çaylar gibi huzuru çağrıştıran imgeler gelir. Halbuki kar, kış mevsiminin en zor şartlarını ifade eden bir doğa olayıdır. Öyleyse, nasıl oluyor da bu olay birbirinden tamamen farklı iki anlamı birden karşılayabiliyor? Buradan bakınca; bireyin bakışının, yaşantısının ve eylemlerinin hayatı şekillendirmekteki esas unsur olduğunu bir kere daha anlıyoruz. Gerçeklik yahut dış dünya, insandan ayrı olarak vardır. Kar da bir dış dünya unsuru olarak insanlardan bağımsızdır. Fakat, karı bir imge olarak tasarlamak insanın şahsıyla ilgilidir. Örnek; kar manzarası deyince aklımıza gelenler, kişiden kişiye değişir. Çünkü manzara denen şey dış dünyanın, kendi gerçekliğinden ayrı olarak, bireyin isteğine göre düzenlenmiş halidir. Bu sebepledir ki dünya edebiyatında kar üzerine yazılmış her şiir de okura farklı bir kar manzarası sunmaktadır.
Bizim edebiyatımızda da kar denince akla bazı şiirler gelir. Cenap Şahabettin’in ‘’Elhan-ı Şita’’sı, Yahya Kemal’in’’Kar Muzikileri’’, Nazım Hikmet’in’’Karlı Kayın Ormanı’’.. Bunların yanında bir şiir daha var ki, Cumhuriyet sonrası Türk şiirinin zirvelerinden sayılır. Ahmet Muhip Dıranas’ın ‘’Kar’’şiiri.
‘’Kardır yağan üstümüz geceden/Yağmurlu, karanlık bir düşünceden/Ormanın uğultusuyla birlikte/ve dörtnala, dümdüz bir mavilikte/Kar yağıyor üstümüze inceden.’’ dizeleriyle başlayan bu şiir, okura tekinsiz, asla emin olunamayan bir atmosferin kapısını aralar.
Gecenin ne akşama ne de sabaha ait olabilecek maviliği bize, şiirin belirsiz halini açıkça hissettirir. Yalnızlığın içinde özlem duygusunun artışı, karın sessizliği, şairin sessizliğin içinde aşina bir ses arayışı, anlatıcının zihnindeki manzaradan ötesini düşündür. Şiirin devam eden mısraları bizlere karın üstümüze inceden yağışını, uçsuz bucaksız bir mavilikte karla biriken yalnızlığı tüm çıplaklığıyla hissettirilmez okura.
Benimde her kar yağdığında dilimin ucuna aynı şarkı gelir: ’İncecikten bir kar yağar/Tozar Elif, Elif diye’’ Kar yağarken bende penceremin önüne geçerim, İncesazın ‘’Elif ‘’ albümünü sıradan dinlemeye başlarım. İlk önce incecik duman tüttü bacadan: sonra kadifeden kesesi, havadan gelir sesi diye devam eder. Ben duygudan duyguya geçerken, ’Elif dedim, be dedim’ diye başladı dertli dertli.’’ Kuş kanadı kalem olsa, ah yazılmaz benim derdim’’ dedikten sonra daha fazla dinleyemem. Derdin büyüklüğünü düşüne düşüne pencereden bakmaya devam ederim. Gökten yağan o beyaz pamuk gibi karlar sanki albümdeki dertlere derman oluyor gibiydi.