Erol KÜÇÜK
Köşe Yazarı
Erol KÜÇÜK
 

KURALSIZ VE ACIMASIZ YAŞIYORUZ

Kendini sevmekten kendine saygı duymaya vakit bulamayan insan tipinin gündemde olduğu bir çağdayız. Ne yazık ki toplum olarak artık kötülerin cirit attığı, acımayan, aldırmayan, basıp geçen, ezip giden, kendi kuralları dışında kural tanımayan bir topluma doğru yol alıp gidiyoruz. Geçtiğimiz hafta adliye yanında çeşmeden karşıya Foto Ziya tarafına geçerken sahilden gelen genç bir motosiklet sürücüsü benim sağ baldırıma çarparak yoluna devam etti. Ben acılar içinde kıvranırken arkasına dönüp bile bakmadı. Allah’tan sıyrıklarla atlattım kazayı. Toplumda bu tür gençlik çok var. Herkes kendi buyruğuna yaşamak istiyor. Sokakta araç sürerken müzik sesini sonuna kadar açtıkları gibi eksozdan çıkardıkları sese ne demeli. Bu sorumsuz gençliğe kim dur diyecek. Kimsenin birbirine acımadığı, herkesin kolayca birinden nefret ettiği, birinin ötekine yardım etmeyi aklından dahi geçirmediği soğuk ve ümitsiz bir dünyada yaşıyoruz. Galiba, iyilik ya da kötülük yapmak için çok büyük sebeplere ihtiyaç yok. Bu nedenle, en acımasız kötülükler her zaman ‘kötü insanlar’ tarafından işlenmiyor, ‘iyi insan’ olarak nitelenen büyük çoğunluğun da en azından yapmadığı şeyler yüzünden başımıza gelenler. Artık çok kitap okuyan, sinemaya, tiyatroya giden, parayı önemsemeyen insana kıymet verilmiyor. Ne kadar çok nesneye sahipsen o kadar çok söz sahibisin. Bu değer yargıları çok erken yaşlarda oluşuyor üstelik. Kendini sevmek, kendine saygı duymaktan daha zahmetsiz ve çekici galiba. Kerameti kendinden menkul ve mesnetsiz bir sevgi tanımı var ve her mecrada sürekli empoze ediliyor… ‘Kendini sev, kendini sev!’ Bunun yerine, ‘kendine saygı duy ve bunun gereğini yerine getirmeye çalış!’ olmalı değil mi? Büyüdükçe iyilik, kötülük kavramlarını, kurnazlığı, hileyi, yalan söylemeyi öğreniyorsun. Ödün veriyorsun. Biliyorsun ama bilmemezlikten geliyorsun. Bunların hepsi birikiyor, tortu oluyor, yük oluyor ve sonra bunlardan kurtulmaya çalışıyorsun. Aslında o döngüyü geriye çevirip tekrar çocuk olmak istiyorsun. O ödünsüz, saf ve altın çağa geri dönmek. Çocukluğuna! Çağımız katliamlar, savaşlar, açlık ve sürgünlük çağı… ‘Yok canım, o kadar da olmaz’ dediğimiz her şey önümüze konuyor ve biz her seferinde bir öncekine alışmış olarak yaşamaya devam ediyoruz. Televizyon seyrederken bile, bir yerdeki patlamayı görüp zap diye geçiyoruz; bu yüzden soğuk ve umutsuz bir çağ. Bu bir tespit ama ben bu yargıyla müsemma bir adam değilim, aksine hep ümit etmeye hazır birisiyim. ‘Dünyada ne kadar kötülük varsa iyilik yaratmak için de o kadar sebebimiz var’ düsturuna inananlardanım. Ne olursa olsun iyiliğe inancımızı kaybetmemeliyiz.  Toprağı, havayı, suyu ve tüm kaynakları üretim uğruna acımasızca kirleten ve yok eden bir çağdayız. Üretim tüketimi, o da daha fazla üretimi kamçılıyor. Kısır bir döngünün içindeyiz ve bu durum toplumlara ‘’insanlık dışı bir varoluş’’ dayatıyor. İnsanların uğruna acımasızca kavgaya tutuştukları kavramlar olmamalı. İnsanlığın ortak meseleleri aslında sevgi, coşku, keder, sevinç, umut ya da umutsuzluk gibi kavramlar değil midir? 
Ekleme Tarihi: 24 Temmuz 2018 - Salı
Erol KÜÇÜK

KURALSIZ VE ACIMASIZ YAŞIYORUZ

Kendini sevmekten kendine saygı duymaya vakit bulamayan insan tipinin gündemde olduğu bir çağdayız. Ne yazık ki toplum olarak artık kötülerin cirit attığı, acımayan, aldırmayan, basıp geçen, ezip giden, kendi kuralları dışında kural tanımayan bir topluma doğru yol alıp gidiyoruz.
Geçtiğimiz hafta adliye yanında çeşmeden karşıya Foto Ziya tarafına geçerken sahilden gelen genç bir motosiklet sürücüsü benim sağ baldırıma çarparak yoluna devam etti. Ben acılar içinde kıvranırken arkasına dönüp bile bakmadı. Allah’tan sıyrıklarla atlattım kazayı.
Toplumda bu tür gençlik çok var. Herkes kendi buyruğuna yaşamak istiyor. Sokakta araç sürerken müzik sesini sonuna kadar açtıkları gibi eksozdan çıkardıkları sese ne demeli. Bu sorumsuz gençliğe kim dur diyecek.
Kimsenin birbirine acımadığı, herkesin kolayca birinden nefret ettiği, birinin ötekine yardım etmeyi aklından dahi geçirmediği soğuk ve ümitsiz bir dünyada yaşıyoruz.
Galiba, iyilik ya da kötülük yapmak için çok büyük sebeplere ihtiyaç yok. Bu nedenle, en acımasız kötülükler her zaman ‘kötü insanlar’ tarafından işlenmiyor, ‘iyi insan’ olarak nitelenen büyük çoğunluğun da en azından yapmadığı şeyler yüzünden başımıza gelenler.
Artık çok kitap okuyan, sinemaya, tiyatroya giden, parayı önemsemeyen insana kıymet verilmiyor. Ne kadar çok nesneye sahipsen o kadar çok söz sahibisin. Bu değer yargıları çok erken yaşlarda oluşuyor üstelik.
Kendini sevmek, kendine saygı duymaktan daha zahmetsiz ve çekici galiba. Kerameti kendinden menkul ve mesnetsiz bir sevgi tanımı var ve her mecrada sürekli empoze ediliyor… ‘Kendini sev, kendini sev!’ Bunun yerine, ‘kendine saygı duy ve bunun gereğini yerine getirmeye çalış!’ olmalı değil mi?
Büyüdükçe iyilik, kötülük kavramlarını, kurnazlığı, hileyi, yalan söylemeyi öğreniyorsun. Ödün veriyorsun. Biliyorsun ama bilmemezlikten geliyorsun. Bunların hepsi birikiyor, tortu oluyor, yük oluyor ve sonra bunlardan kurtulmaya çalışıyorsun. Aslında o döngüyü geriye çevirip tekrar çocuk olmak istiyorsun. O ödünsüz, saf ve altın çağa geri dönmek. Çocukluğuna!
Çağımız katliamlar, savaşlar, açlık ve sürgünlük çağı…
‘Yok canım, o kadar da olmaz’ dediğimiz her şey önümüze konuyor ve biz her seferinde bir öncekine alışmış olarak yaşamaya devam ediyoruz. Televizyon seyrederken bile, bir yerdeki patlamayı görüp zap diye geçiyoruz; bu yüzden soğuk ve umutsuz bir çağ. Bu bir tespit ama ben bu yargıyla müsemma bir adam değilim, aksine hep ümit etmeye hazır birisiyim. ‘Dünyada ne kadar kötülük varsa iyilik yaratmak için de o kadar sebebimiz var’ düsturuna inananlardanım. Ne olursa olsun iyiliğe inancımızı kaybetmemeliyiz. 
Toprağı, havayı, suyu ve tüm kaynakları üretim uğruna acımasızca kirleten ve yok eden bir çağdayız. Üretim tüketimi, o da daha fazla üretimi kamçılıyor. Kısır bir döngünün içindeyiz ve bu durum toplumlara ‘’insanlık dışı bir varoluş’’ dayatıyor. İnsanların uğruna acımasızca kavgaya tutuştukları kavramlar olmamalı. İnsanlığın ortak meseleleri aslında sevgi, coşku, keder, sevinç, umut ya da umutsuzluk gibi kavramlar değil midir? 
Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yildizhaber.com.tr sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.