Erol KÜÇÜK
Köşe Yazarı
Erol KÜÇÜK
 

SEKSENLERDE GENÇ OLMAK

Ozon tabakası delineli, Çernobil patlayalı ve biz tabiat ananın doğasını, uzun zamandır ince ince bozmaya başlayalı beri, artık hiçbir şey eskisi gibi değil. Yazlar, okul kitaplarında okuduğumuz step iklimi tarifindeki kadar sıcak ve kurak, kışlar ise soğuk ve yağışlı geçiyor. Hâlbuki yaşadığımız yurdun üç tarafı denizlerle kaplı. Step ikliminden çok uzağız sözde. Bazen de iklim, hiçbir tarife uymayacak kadar sıra dışı yaşanıyor. Ne yaz, yaz gibi ne de bir kış tam bir kış gibi. Yazın yağmurlar bitmiyor, gün güneşe hasret… Kışınsa havalar bir türlü soğumuyor, yazı yaşar gibi… Neşeli ilkbahar ve hüzünlü sonbaharıysa tam anlamıyla yaşamayalı, uzun zaman oldu. Klimasız bir ortamda yaşamak, neredeyse imkansız oldu. Şimdiki gençler, ya havuzlu sitelerinde ya da yaz okullarında geçiriyor yazlarını. Hâlbuki benim gençliğimde havalar ısınmaya başladığında, yazın bize göz kırptığını anlar, okullar kapansa da, köylerimize gitsek diye gün sayardık. İşte o günlerde, zamanın şimdiki gibi uçarcasına değil de, daha yavaş aktığı ve yaşadığımız her dakikanın keyfine daha çok vardığımız yıllarda, okulların kapanmasıyla birlikte köylerimize giderdik. Yağmurlar başlayıp, artık geceler üzerimize ince birer hırka almadan dışarı çıkıncaya kadar da kalırdık. Pazar günleri annelerimizle köyde kurulan pazara giderdik. GDO’suz, hormonsuz ve şahane kokan sebzeler, meyveler alırdık. Pazara gidilmemişse eğer, 3 günde bir köy, köy dolaşarak avaz avaz bağırarak sebze meyve satan’ ’mobil manavlar’ ’imdadımıza yetişirdi. ’Bohçacı geldi hanııııım’’ diye bazen mahallede bizi bulan, nedense çoğu hep kilolu olan bohçacılardan, henüz çocuk olan kız kardeşlerimiz  için, yıllar sonrasına yatırım yaparcasına, el emeği göz nuru ile işlenmiş çeyizlikler alırdı annemiz kız kardeşlerimiz için. İçtiğimiz suları köy çeşmelerinden alırdık. Su bidonlarımızla sıraya girer, uzun uzun, sabırla beklerdik. Bazen aradan bidon sokmaya çalışan bir iki uyanıkla, kavgalar kopar ama sonunda hep iyiler kazanırdı. Doğru, dürüst ve iyi insanların kazanabildiği son yıllardı. Yeni Türkü’nün de dediği gibi, bizler büyüdük ve kirlendi dünya. Benim gençliğimde bayramlar yaza denk gelirdi. Bayram sabahında hepimiz babaannemde toplanırdık dönemde bayram demek, tatile kaçmak demek değildi bizim için. Ailenin bir araya gelmesi, uzun sofralar kurulması, tüm aile, mutlu mesut yemek yemek, beyaz kolalı mendil içinde harçlık almak ve bolca şeker yemek demekti. Birde yazlık aşklarımız vardı. İlk aşklarımız. İlk heyecanlarımız olan. El ele tutuşmaktan ileri gitmeyen saf aşklarımız. Henüz cep telefonu ile tanışmadığımız ve telefon açılır açılmaz’’ Alo, merhaba’’ sözü yerine ‘’Nerdesin?’’ sorusuna yüklenen sıkıcı anlamdan bıkmadığımız yıllardı ve bizler çok ama çok özgürdük.  80’lerin başlarında saklambaç, istop, yakan top oynar, genç birer birey olma yolunda ilerlerken tavla, iskambil veya sessiz sinema gibi oyunlarla güzel vakit geçirirdik. Hepimizin mutlaka hoşlandığı birileri vardı. Birbirimize verebilecek mail adresimiz veya cep telefonu numaramız yoktu ama hepimiz daha mutluyduk. 80’leri anlatmak, birkaç sayfaya, bir kitaba sığacak bir şey değildir. Üstelik o yıllardaki duyguyu anlayabilmenin en iyi yolu,o yılları bizzat yaşamış olmaktan geçer.Bizler,80’li yıllarda yaşamış şanslı bir dönemdik. Her şeyin çarçabuk tüketildiği günümüzde, küçük şeylerle mutlu olmayı unutalı çok oldu. Geriye ne kalıyor? Sadece geçmişe duyulan derin bir özlem ve yaşanmış anılar…
Ekleme Tarihi: 22 Ekim 2024 - Salı
Erol KÜÇÜK

SEKSENLERDE GENÇ OLMAK

Ozon tabakası delineli, Çernobil patlayalı ve biz tabiat ananın doğasını, uzun zamandır ince ince bozmaya başlayalı beri, artık hiçbir şey eskisi gibi değil. Yazlar, okul kitaplarında okuduğumuz step iklimi tarifindeki kadar sıcak ve kurak, kışlar ise soğuk ve yağışlı geçiyor. Hâlbuki yaşadığımız yurdun üç tarafı denizlerle kaplı. Step ikliminden çok uzağız sözde. Bazen de iklim, hiçbir tarife uymayacak kadar sıra dışı yaşanıyor. Ne yaz, yaz gibi ne de bir kış tam bir kış gibi. Yazın yağmurlar bitmiyor, gün güneşe hasret… Kışınsa havalar bir türlü soğumuyor, yazı yaşar gibi… Neşeli ilkbahar ve hüzünlü sonbaharıysa tam anlamıyla yaşamayalı, uzun zaman oldu. Klimasız bir ortamda yaşamak, neredeyse imkansız oldu. Şimdiki gençler, ya havuzlu sitelerinde ya da yaz okullarında geçiriyor yazlarını. Hâlbuki benim gençliğimde havalar ısınmaya başladığında, yazın bize göz kırptığını anlar, okullar kapansa da, köylerimize gitsek diye gün sayardık. İşte o günlerde, zamanın şimdiki gibi uçarcasına değil de, daha yavaş aktığı ve yaşadığımız her dakikanın keyfine daha çok vardığımız yıllarda, okulların kapanmasıyla birlikte köylerimize giderdik. Yağmurlar başlayıp, artık geceler üzerimize ince birer hırka almadan dışarı çıkıncaya kadar da kalırdık. Pazar günleri annelerimizle köyde kurulan pazara giderdik. GDO’suz, hormonsuz ve şahane kokan sebzeler, meyveler alırdık. Pazara gidilmemişse eğer, 3 günde bir köy, köy dolaşarak avaz avaz bağırarak sebze meyve satan’ ’mobil manavlar’ ’imdadımıza yetişirdi. ’Bohçacı geldi hanııııım’’ diye bazen mahallede bizi bulan, nedense çoğu hep kilolu olan bohçacılardan, henüz çocuk olan kız kardeşlerimiz  için, yıllar sonrasına yatırım yaparcasına, el emeği göz nuru ile işlenmiş çeyizlikler alırdı annemiz kız kardeşlerimiz için. İçtiğimiz suları köy çeşmelerinden alırdık. Su bidonlarımızla sıraya girer, uzun uzun, sabırla beklerdik. Bazen aradan bidon sokmaya çalışan bir iki uyanıkla, kavgalar kopar ama sonunda hep iyiler kazanırdı. Doğru, dürüst ve iyi insanların kazanabildiği son yıllardı. Yeni Türkü’nün de dediği gibi, bizler büyüdük ve kirlendi dünya.

Benim gençliğimde bayramlar yaza denk gelirdi. Bayram sabahında hepimiz babaannemde toplanırdık dönemde bayram demek, tatile kaçmak demek değildi bizim için. Ailenin bir araya gelmesi, uzun sofralar kurulması, tüm aile, mutlu mesut yemek yemek, beyaz kolalı mendil içinde harçlık almak ve bolca şeker yemek demekti. Birde yazlık aşklarımız vardı. İlk aşklarımız. İlk heyecanlarımız olan. El ele tutuşmaktan ileri gitmeyen saf aşklarımız. Henüz cep telefonu ile tanışmadığımız ve telefon açılır açılmaz’’ Alo, merhaba’’ sözü yerine ‘’Nerdesin?’’ sorusuna yüklenen sıkıcı anlamdan bıkmadığımız yıllardı ve bizler çok ama çok özgürdük.  80’lerin başlarında saklambaç, istop, yakan top oynar, genç birer birey olma yolunda ilerlerken tavla, iskambil veya sessiz sinema gibi oyunlarla güzel vakit geçirirdik. Hepimizin mutlaka hoşlandığı birileri vardı. Birbirimize verebilecek mail adresimiz veya cep telefonu numaramız yoktu ama hepimiz daha mutluyduk. 80’leri anlatmak, birkaç sayfaya, bir kitaba sığacak bir şey değildir. Üstelik o yıllardaki duyguyu anlayabilmenin en iyi yolu,o yılları bizzat yaşamış olmaktan geçer.Bizler,80’li yıllarda yaşamış şanslı bir dönemdik. Her şeyin çarçabuk tüketildiği günümüzde, küçük şeylerle mutlu olmayı unutalı çok oldu. Geriye ne kalıyor? Sadece geçmişe duyulan derin bir özlem ve yaşanmış anılar…

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yildizhaber.com.tr sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.