İnsanların en temel dürtülerinden biri şiddet. Biz insan olarak şiddeti, vahşeti hayvanlara ait özelliklermiş gibi düşünüyoruz. Ama insandan daha vahşi, insandan daha ürkütücü bir canlı yaşamıyor doğada. Kendini tehlikede hmediği sürece hiçbir hayvan diğerine saldırmıyor ya da yemeyeceği canlıyı öldürmüyor, en vahşisi bile yavrularına karşı bizim kadar acımasız değil. Toplu katliamlar, alıp tüfeği okulları taramalar, canlı bombalar, hepsi pek övündüğümüz insan aklının ürünü. Gözümüzün içine sık sık nemlenen ama hep ışıldayan ve gülümseyen gözlerle bakan genç kadın haklı galiba; ‘Şiddeti yaşamadan bizi de anlayamaz kimse’ Şiddet her yerde. Televizyon dizilerinde, sokakta, evde, iş yerinde, statta, her yerde. Önüne geçemiyoruz. Kadınlarımız her gün öldürülüyor ve artık alıştırıldık. İstemedikleri bir davranış karşısında derhâl saldırganlaşan bir topluluk olma yolunda her gün artarak devam ediyoruz.
Endişelenmemek elde değil, bu şiddetleri her yerde görüyoruz. Trafikte, aile içinde, dışarıda hatta bir kahvede maç seyredip, karşı tarafın heyecan ile tuttuğu takımın kazanmasını kutlamasına bile tahammül kalmadı, hemen dövüyoruz.
Evde baba ve anneye, anne ile baba çocuklara, çocuklardan büyük olanı küçüklere şiddet uyguluyor. Sokakta oynayan çocuklar arasında gücü gücüne yetene, okulda üst sınıftakiler alt sınıftakilere uyguluyor.
Bizim okuduğumuz dönemlerde çocuklar öğretmenlere ‘eti senin kemiği benim’ diye teslim edilirdi. Yani döv ama kemiğini kırma diyerek. Sokakta iki araç kazara birbirine vursa, kapıyı açtığı gibi koltuk altına sakladığı bilek kalınlığındaki sopayı kapıp dışarı fırlayanları az mı gördük ve de görmeye devam ediyoruz. Tuttuğumuz bir takımın spor karşılaşmasında stadyuma gidenlerin üzerinde döner bıçağı, sustalı çakı, sopa bulunması şaşırtıcı mı? Kabul etmeye yatkın olalım ya da olmayalım. Şiddet hayatımızın her evresinde, her köşesinde var.
Şiddet insanın kimyasını bozan ruhunda derin yaralar açan, etkileri çok kalıcı olan bir olgu.