Evde, iş yerinde, trafikte, neredeyse her yerde şiddetle karşı karşıyız. Cinayetler, kavgalar tedirginlik yaratıyor.
İç ve dış göçle kentlerin kalabalıklaştığı, iklim koşullarının zorlayıcı olduğu (sıcaklık), ekonomik sıkıntı kaynaklı gerginliklerin arttığı dönemlerde sosyal şiddetin yükselme göstermesi şaşırtıcı değil. Bu konuda yurttaşların yeterli farkındalık içinde olup olmadıkları sorgulanmalı.
Toplum olarak bir tahammülsüzlüğümüz var. Sorunları çözmede asla bir seçenek olmayan şiddet, sanki ilk seçenekmiş gibi ön plana geliyor. Ve bunun günlük hayatta çok yer bulması bir süre sonra insanların bu davranışı normalmiş gibi algılamasına sebep oluyor. Toplumumuz birçok Avrupa toplumuna göre, daha fazla şiddet halinde. Sorun çözmek becerilerimizi toplum olarak nasıl geliştiremezsek şiddet artmaya devam edecek.
Trafikte basit bir tartışmadan neredeyse insanlar ölebiliyor. Toplum olarak da tartışmayı bilmiyoruz. Bilmememizin yanı sıra herkesin kendini haklı görmesi var.
İnsanların birbirlerine karşı acımasız olmaya başladıklarını görüyoruz. Toplumsal şiddet denilince aklımıza sadece vurmak geliyor ama sarf etmediğimiz ‘Günaydın, Nasılsın’ gibi iletişimin başlangıç kelimelerinin yok olması da şiddeti başlatır. İnsanların baskı altında oldukları zaman karşı tarafa olabildiğince haşin davrandıklarını görüyoruz. Şiddete şiddetle cevap verilirse, şiddetin daha da arttığı görülebilir.
Aslında gün içerisinde ekranlara yansıyan çok şiddet var. Her dizide bir mafya olayı var. Herkesin elinde bir silah. Ekranda bunları gördükçe normalleştiriyoruz. Öfke aslında normal bir duygu. Sadece bunu yansıtma şeklimizde ve şiddete dönüşmesinde problem var. Duygularımızı yönetmeyi öğrenmeliyiz. Duyguların kontrol edilmesinin eğitimi verilmesi gerekiyor. Duyguların çocukluktan beri doğru şekliyle yaşanması ve duyguyu doğru şekilde öğrenmemiz gerekiyor. Çünkü ciddi anlamda ruh sağlığımız kötüye doğru gidiyor.