Her ne kadar bu günkü yazımızın başlığı Basiret ve Feraset Kavramı olarak görülse de ben burada bu iki kavramı derinlemesine açıklayacak değilim.
Bu iki kelime dilimize Arapçadan geçmiş kelimelerdir.
Basiret, bizim dışımızda gerçekleşen olayların bize göründüğü veya gösterildiği, gösterilmek istendiği halinin, şeklinin, akışının dışında olayın hakikatini, gerçek amacını kavramak… Olup bitenlere derinlemesine bir bakış. Onun görünen yönünden öte asıl görünmeyen herkesin göremediği derinliğini görebilme olayı…
Feraset ise bu olup bitenlerin gelecekteki sonuçlarını erkenden görebilmek... Arapçada ata verilen isim Ferasün… Atın dikkat çekici bir özelliği ise, olması muhtemel tehlikeli bir olayı önceden sezip hissetmesi ve o tehlikeli pozisyondan uzak durması… Yani aslında bu kelimenin anlamı “at bakışı…”
Bu gün bölgemizde, yani coğrafi- siyasi konum itibarıyla Orta Doğu denilen coğrafyamızda sonuçları itibarıyla değerlendirdiğimizde çok da sağlam bir zemine yerleştiremediğimiz iki olay yaşandı. Bu olaylardan biri 2011 yılının Mart ayından itibaren demokratikleştirilmeye, özgürleştirilmeye çalışılan Suriye halkının yaşadığı iç savaş veya Suriye olayları, bir diğeri de yine 2015 yılından itibaren iç savaş ve dış savaşı birlikte yaşayan Yemen coğrafyası…
Bu iki ülkede veya coğrafyada yaşanan olaylara basiret ve feraset kavramının açtığı pencere olmaksızın baktığımızda, olayları okuduğumuzda varacağımız hatta vardığımız netice şudur; bu iki ülkede yaşayan insanlarda tıpkı dünyanın birçok demokratik ülkesinde olduğu gibi demokratik ve özgür bir şekilde yaşamalı… Bu şekilde yaşamak onlarında hakkı… Madem biz de bu değerleri savunan insanlarız, bu değerleri savunanlarla beraber bu işe omuz atmalıyız… Ve attık da… Suriye’ye dünyanın geçmişte sicilleri belli en azgınlarıyla demokrasi getirme çabası içine girdik. Bir de baktık ki biz de planlayıcıların hedefindeyiz.
Aynı duygu ve düşüncelerle Suudi Arabistan da sekiz fedakar ülkeyi kendi saflarına alarak 2015 yılının Mart ayında Yemen’e hücuma geçti… Dünya kamuoyu nazarında da, bölge halkları gözünde de hep onlar, yani demokrasi getirmek isteyenler haklıydı…
Bu iki coğrafyadaki olayları gerçekten bir basiret ve feraset kavramı üzerinden okuyamadık. Bu olayların doğuracağı neticeleri, neticeleri derken arka planını da göremedik.
Burada olup bitenlerin doğuracağı sonucu basiretsizlikleri üzerinden göremeyenler veya aslında görüp de görülmesini istemeyenler noktasında bir açılıma girmek istemiyorum. Ancak günümüzde, gözümüzün önünde gerçekleşen neticeleri görünce bölgemiz ve dünya üzerine hesap, kitapları olanların ne kadar da hinoğlu hin olduklarını, düzenbaz olduklarını anlamış oluyoruz. Ama çok geç kalmış olarak. Öyle ya! Yanı başımızdaki komşumuz tüm siyasi, askeri yapısıyla ortada dursaydı İsrail uçakları o ülkenin üzerinde istediği gibi hareket edip ülkemiz sınırlarından geri dönebilir miydi? Acaba Gazze’de şu anda şahit olduğumuz, Lübnan’da endişe duyduğumuz sonuçlar yaşanır mıydı?
Yine Yemen… İyi ki o adamlar, o kararlı insanlar direnmiş ve Kızıl Denizin girişi Bab’ul Mendep boğazını tutmuşlar. Yoksa bu gün o kritik nokta da Suudi öncülüğündeki koalisyonun, Suud yanlısı siyasi bir yapının kontrolünde olsaydı..! Bu gün bu nokta İsrail’in en etkili bir şekilde sıkıştırıldığı bir nokta…
Evet… Biz olaylar başladığında bize nasıl gösterilmek istenilmişse öyle görmüş ve okumuşuz… Karşı taraf ise on beş yıl, yirmi yıl, kırk yıl sonraki planlarını gerçekleştirmenin hesabındaymış…
Bölgemizde veya dünyada yaşanan olaylar üzerinden baktığımızda onlara gelecekle ilgili planlarını gerçekleştirmek düşerken, bizlere de olup bitenleri basiret ve ferasetten uzak bir okuyuş düşmüş ya da düşürülmüş…