Daha ilkokul ya 4 ya da 5 sınıfa gidiyordum hatırladığım kadarıyla. Matematik dersinde çarpım tablosundan sorular soran hocamıza 6 ve 7 basamakta cevap veremeyince hocamız K.Ş. ‘Nasıl bilmezsin bunları’ diyerek ağız burun bir girişti ki bana, eve akşam gidince ver ettim çarpım tablosunu ezberlemeye, ezberledim de hani!
Tabii, yarın derste tekrar tahtaya kalktık ve şakır şakır bütün basamakları sular seller gibi şakıdık. Peki ‘Ne oldu bir gün arayla sana’ derseniz yediğim dayakla kaldım sadece. Ha; sakın yanlış anlamayın bu arada sınıfta çalışkan öğrencilerin arasındayım yani yine de.
Sonra ortaokula gittik ilkokul bitince. Ortaokulda da her sınıfta dayak yemek benim için sıradan oldu. 1.sınıfta rahmetli bir hocam vardı, o’da öyle bir vurdu ki, bir gün derste arkadaki sıraları da düşerek yıktım. 2. sınıfta da meşhur bir hoca vardı A.Ç. diye Giresun’dan gelirdi matematik dersine veya öyle hatırlıyorum. Önümdeki arkadaşın sırtına şaka olsun diye bir kağıt’a bir şeyler yazmış ve sırtına yapıştırmıştık ben ya da yanımdaki arkadaşım çok iyi bilemiyorum şimdi. Sen misin bunu gören; hoca arkamdan gelir gelmez kafama vurması ile birlikte ben sırayı öptüğümü ve peş peşe gelen şamarları sayamadığımı hatırlıyorum. Son sınıfta ise yine merhum hocalarımdan biri, derste sesim çok çıkıyor diye, öyle böyle değil yoruluncaya kadar beni tokat delisi yaptı. Hadi ortaokul bitti, dayak kötek faslı lisede olmaz diye beklerken ‘bingo’ ilk sınıfta o’da merhum hocamız başkasının yaramazlığının faturasını bize kesti ve anam babam demeye kalmadan elindeki kalın çubuk ile iki elimde bir hafta da anca geçen morluk ve şişlik bırakmıştı. Daha sonra bu hocamız bir günde sınıfta çok gürültü patırdı olduğu içinde sıra dayağı atmış ve yine ağız burun hoşaf olmuştu. Ancak bu hocanın ve benim okuldaki son dayağım oldu. Nerden baksanız okullarda dayak o zamanlar hiç eksik olmazmış. Sadece ben mi dayak yedim o yıllarda yemeyen kalmamıştır. Hoca dayak atmak için bahane bulmakta sıkıntı çekmezdi. Mutlaka bir şey bulur ve öğrenciyi bir güzel haşlardı.
Bu işin birinci faslı, ikinci fasılda bu kadar dayak kıyamet olmasına rağmen kimsede gidip hocayı şikayet edeyim, evde anama babama söyleyeyim de, yarın okula gelsin hocaya hesap sorsun diye bir şeyde olmuyordu. Nadiren olsa da; bazı veliler bunu soruyor ve öylece konu kapanıyordu.
Bizde hocaya bunun bedeli ödetelim, yolunu keselim veya hocayı dövelim gibi kin duyan bir düşünceye de kapılmadan da okulumuzu bitirip işimize gücümüze baktık sonra.
İyi mi yaptılar derseniz onu da doğrusu kimse bilemez? Nerden böyle bir yazı aklıma geldi birden bire değil mi?
Birkaç gün önce Edirne’de bir okulda bir hocaya yapılanları görünce; nereden nereye gelinmiş diye kara kara düşünmeye başladık hep birden. Birkaç kez yazdığım gibi bu gördüklerimiz, göreceklerimizin yanında çocuk oyuncağı kalır derim. Esas felaket arkadan geliyor daha farkında değiliz.
Ne mi oldu bu insanlara diye sormanın bir anlamı şimdilik yok gibi duruyor.
Hele de bana anlatılan ve Bulancak’ta bazı okullarda birkaç öğrencinin öğretmenlere yaptıklarını burada yazsam, Bulancak’ta yer yerinden oynar deyim yerindeyse. Neler neler oluyor da sessiz sedasız üstü örtülüyor. Edirne’de o okulda olanlar hiçbir şey efendiler hiçbir şey!..