Hollanda maçını 2-1 kaybetmekle birlikte, yarı finalin kapısından döndük. Aslında maça hiç de fena başlamadık. Kadro geneline bakıldığında, santraforsuz bir oyun seçimi, her ne kadar eleştiriye açıksa da kadro istikrarının bulunması ve bu oyun sistemi üzerinde ısrar edilmesi, saygı duyulması gereken bir tercih olabilir. Benim futbol anlayışıma göre özel maçlar dışında, santraforsuz oynamak, gol üzerine kurulu bir oyun için çok da tercih edeceğim bir sistem değil. Yine de saygı duyulması gerektiğine inanıyorum. Maça dönecek olursak; Avusturya maçında ne kadar şanslı isek, Hollanda maçında da bir o kadar şanssız olduğumuzu söyleyebilirim. Buna rağmen ilk yarıyı 1-0 önde kapatmamız çok önemliydi. Ancak bu tür takımlarla mücadele ediyorsan, mutlaka ikinci golü bulmak zorundasınız. Asla bir golle maçı tamamlayıp, kazanamazsınız. Özellikle Milli Takımımız, önde yetenekli oyunculardan kurulu ve farkı da diğer takımlardan bu özelliği ise, bunu kullanmak gerekir diye düşünüyorum. Yani kuvvetli yönünüzü ön plana çıkararak oynamak zorundasınız. Türk Milli Takımımın oyun kültüründe, yazılımında savunma yaparak kazanmak asla olmadı. Bunu Sayın Montella’ya birilerinin, üzerine basa basa anlatması gerekiyordu. Aslında kimsenin anlatmasına da gerek yok. Yıllarca bu ülke içinde çalıştı. Ve Milli Takıma davet ettiği oyuncuların geçmişini de biliyor olduğunu kabul ediyoruz. Biz İtalyan ekolünden gelmiyoruz ki… Zaten kadromuzun genelinde, Almanya, Hollanda, Avusturya futbolu içerisinde yetişmiş ve Türk Milli Takımını tercih etmiş oyuncularımız çoğunlukta… Diğer taraftan Hollanda takımına baktığımızda, ya da liglerini incelediğimizde, Avrupa’nın en çok gol atılan liglerinden biri olduğunu görebiliriz. Onun içinde bu ekibe karşı hücum ağırlıklı bir kadro ve oyun kurgusu ile çıkılması gerektiğini düşünüyorum. Bana kalırsa bu maç özelinde, teknik ekibimiz dersine çalışmamış.
İkinci yarıya çıkılırken, özellikle de Wout Weghorst’u oyuna alması ile birlikte baskıyı artıracağını öngörmek gerekiyordu. Biz ikinci yarıyı, son 10 dakikaya önde giren takım gibi iyice geriye yaslanarak başladık ve maç 2-1’e gelinceye kadar buna devam ettik. İkinci yarının hemen başında, buna kesinlikle önlem alınması gerekiyordu. “Bu yangına, kar dayanmaz” sözünün acilen hatırlanması gerekiyordu. İleride top tutacak, oyunu rahatlatacak bir santrafora ihtiyacımız vardı. Bu ihtiyacı karşılayacak oyuncu Cenk Tosun’da maçın sonlarına doğru oyuna alındı. Oyuncu değişikliklerinde çok geç kalındı. Teknik direktörün biraz da öngörülü olması gerekmez mi? Elbette takımımız buralara kadar geldi. Teşekkürler bizim çocuklar, elbette diyoruz. Ama hatalarımızdan ders çıkarmazsak, bir dahaki turnuvalarda, yine aynı problemlerle karşı kaşıya kalacağımız muhakkak… Hakem, oynanan bu kadar maçın içerisinde, bana göre ortalamanın altında kalan tek hakem olarak göze çarptı. Takdir haklarını pekâlâ bizden yana kullanacağı, pozisyonlar çoğunluktaydı. Aslında Merih Demiral’in bozkurt işareti yaptığı için verilen ceza, Avrupa topluluğu ülkelerinin, ülkemize bakışının açıkça göstergesiydi. Atanan hakemde, verdiği kararlarda, bunun paralelinde olan şeylerdi. Ben çok da yadırgamadım. Hakemi de yeneceksin böyle durumlarda… Genel olarak bakıldığında, iyi bir turnuva geçirdiğimizi söyleyebilirim. Genç ve yetenekli oyunculardan kurulu bir ekibimiz var. Kenarda bekleyen bizim çocuklar da öyle… Onlar da çok yetenekli… İleri de bize daha büyük turnuvalarda, daha güzel başarılar hayal ettirebiliyorlar. En azından ben hayal edebiliyorum. Ama bu turnuvayı, bizim çocukların unutmaması gerekiyor. Eğer bu turu geçmiş olsaydık, son yıllarda izlediğim en kötü İngiltere ile oynayacaktık. Neden olmasın, bu çocuklara bir final yakışırdı. Bir sözümde, her zaman, her yerde Milli Takımımızı destekleyen taraftarlarımıza… Herkese Türk olmaktan gurur duydurdunuz. Sizlerin ilginizi gören herkes içinde bu mutluluğu yaşadı. Turnuvaya renk kattınız. Hepinize sonsuz teşekkürler… Tabii ki en büyük teşekkür bizim çocuklara… Teşekkürler bizim çocuklar…