Geçtiğimiz salı günü,
Eşim, bugün işin var mı?
Pazara gidip biraz köy ürünleri alalım mı dedi.
Tamam bu saatte işim yok, gidelim dedim.
Arabaya bindik, tam hareket edeceğiz, eşim eyvah cüzdanı evde unuttum dedi.
Ben de eşofman giymiştim.
Çaktırmadan cebime baktım tam 1450 lira var.
Yani 7 tane gıcır gıcır iki yüzlük, yanında da 50 lira. Tamam önemli değil benim üzerimde para var dedim.
Pazara girdik, iki kilo köy domatesi 100 lira.
Küçük bir poşet kekik 100 lira
15 yumurta 90 , bir kilo barbunya 100 lira.
Aslında bu aldıklarından o anda haberim bile yok. Eşim 50 diyor veriyorum. 100 ver diyor veriyorum.
Pazarda gezmek zevkli de geldi. Sağa sola bakarak yürürken,
Eşim tereyağı ve pekmez satan bir kadının yanında durmuş.
Bunu tutsana diye, bir poşete sarılmış küçük bir tereyağı ile küçük bir bidon dut pekmezi uzatıp,
1000 lira daha ver deyince birden kendime geldim.
Kekeliyerek kaç lira, kaç lira diye iki kere sordum.
Eşim, 1000 lira dedi.
Hani 5 tane iki yüzlük.
Saydım saydım
Tam 840 lira kalmış.
Yok ki!
Yüzüm kıpkırmızı oldu.
Pancar, pezük satan kadına, kredi kartı geçiyor mu dedim.
Eşim bana döndü, hani para var demiştin.
Vardı işte.
Hemde 1450 lira.
Gerisini anlatsam ne olacak sanki.
Aradan salı, çarşamba, perşembe geçti, bugün cuma halen dargınız.
Ne bileyim ben, bütün suç bende mi?
Para ile alınamayan şeyler okumuştum bir yerde
Ahlak
Saygı
Karakter
Sevgi, güven gibi bir şeyler.
Tereyağ ile dut pekmezini yazmayı unutmuşlar.
Neyse olan oldu.
Özdemir Asaf'ın şiiri gibi.
Geleceğim bekle dedi gitti
ben beklemedim, o da gelmedi.
Ölüm gibi bir şey oldu
ama kimse ölmedi.