Sevgili okur, merhaba.
Bir önceki yazımda; sizinle birlikte, neden bir yol oluşturup o yolda yürümemiz gerektiğinden bahsetmiştim. Bu yazım ise, oluşturulacak o yolda yürüyecek olan kişinin kendisi üzerine olacak. Çünkü kendini bilmeyen/kendinin farkında olmayan kişi, bir yol oluşturup o yolun devamlılığını sağlayamaz. Yola çıkmanın ilk adımı, kendini bilmek/kendinin farkında olmaktır.
En son ne zaman “Ben kimim?” sorusuna cevap verdiniz? Bu sorunun cevabı, kişinin kendi içinde saklı olsa da çoğu insan için bu sorunun cevabı kolay kolay verilemez. Çünkü çoğu insan; hayatın akışına kendini kaptırıp kendi içinde olanla ilgilenmez, kendi içinde olanı merak etmez, kendi içinde olanla baş başa kalmak istemez. Kendinden kaçmak, kişi için en kısa yoldur çünkü. Kısa yolu yürümek/kestirmeden gitmek normal hayatta daha mantıklı olsa da; kişi, kendi içinde çıkacağı içsel yolculukta bu kestirme yollardan kaçınmalıdır. Çünkü oluşturduğumuz yol, bize getirdiği ya da getirecek olduğu tüm olumlu/olumsuz deneyimleri yaşamamız için tümüyle yürünmesi gerekir. Eğer biz; kendi içimizdeki yolda, olumlu/olumsuz olayları deneyimlemekten ya da deneyimlediğimiz olayları kabullenmekten kaçınırsak, işte o zaman kendimize yabancılaşmaya başlarız. Çünkü bizi biz yapacak olan şey, yaşadığımız tüm bu deneyimlerin toplamıdır. Kişi; bu deneyimlerden kaçınıp, kendisinden uzak kalırsa kendisine yabancılaşmaya başlar ve dışarıya karşı da bir kendilik imajı gösteremez. Biz; kendimizin kim olduğunu bilmezsek, kendi hayatımız için bir amaç belirleyip o amaç doğrultusunda ilerleyemeyiz. Hayallerimizi, isteklerimizi, sınırlarımızı belirleyemeyiz. Dış dünyadan korunmak, kendi içimizdekini korumakla mümkündür. Nasıl koruyacağımızı bilmemiz için de, önce neyi koruyacağımızı bilmemiz gerekir. “Ben kimim?” Bu sorunun cevabı, bize neyi korumamız gerektiğini verecektir. Bu nedenle, bizim önceliğimiz kendimizi bilmek, kendimizi tanımak ve kendimizi oluşturmak olmalıdır.
Kendimizi oluşturacağımız bu yolda, sizlerle yol gösterici olduğunu düşündüğüm bir hikâye paylaşmak istiyorum. ‘Anka’nın hikâyesi… Anka kuşu, zamanı geldiğinde kendi alevinde yanıp; küllerinden yeniden doğardı. Ancak ateş onu yakarken Anka acı çekmezdi; çünkü o yanmanın arkasında, bir arınma vardı. Yanan her tüy, dünyanın ağırlıklarından kurtulmanın sembolüydü. Bu kurtuluşun çaresi, kendi alevinde yanmaktı. O nedenle Anka, yanmaktan kaçınmazdı. Aksine, yanmayı tercih ederdi. Çünkü geçmişteki ağırlıklarından kurtulmadan yeniden doğuş mümkün değildi.
Anka'nın hikâyesi; sadece bir yanış ve doğuş değil, her varlığın içsel yolculuğunun metaforuydu. Hepimizin içinde bir Anka vardı; yanan, küle dönen ve sonra yeniden doğan… Kendini yakıp küllerinden yeniden doğan Anka kuşu; sabrı, yenilmemeyi, mücadele etmeyi, emek vererek tekrardan dirilmeyi temsil eder. Bizler, çıkmış olduğumuz bu yolculukta kendi içimizdeki Anka’yı bulduğumuzda; en karanlık anlarda bile o kutsal ateşi kucaklayıp yeniden doğmayı öğrenebiliriz. Kişi için; küllerin arasında saklı olan o ışığı fark etmek, gerçek yolculuğun başlangıcı…
Bu yolculukta... ‘İçinizdeki Anka’yı bulabilmeniz dileği ile…
Görüşmek üzere…