Bizim kuşak iyi bilir.
Çocukluk, gençlik yıllarımızda,
Yani, atmışlı, yetmişli yıllarda
Elinde zarf ile
Kapıda bir postacı görsek, sevinçten ona sarılasımız gelirdi.
Öyle ya,
Sevdiğimiz birinden, gurbetteki yakınımızdan, yurtdışında çalışanlarımızdan, askerde olan ailenin evlatlarından haber var demekti bu durum.
Nasıl sevinmeyelim?
Uzaklardan gelen mektup bu...
Sanki zarfı açınca onu, göndereni görmüş gibi olurduk.
Öyle mutlu ederdi o zarflar bizi.
Zarf, bütün aile toplanınca,
Ailenin büyüğü tarafından akşam açılırdı.
Küçüklerden biri okur, hep birlikte, can kulağı ile dinlerdik.
Evimize,
Ne kadar çok Zarf gelirse,
O kadar çok mutlu olurduk..
Ya şimdilerde durum ne,
Durum ortada,
Posta kutularımızda,
Durduk yerde karşımıza çıkan, elinde Zarf olan,
Postacı veya bu görevi yapan kişi görmek istemiyoruz.
Tamamen huylanmışız,
Yanlış anlaşılmasın,
Postacıdan değil tabii,
Durumdan.
Görünce de, daha zarfı açıp, içini görmeden canımız sıkılmaya başlıyor.
Tansiyonumuz yükseliyor.
Öyle ya,
Zarfın içinden çıkacak olan belli:
Elektrik borcu,
Doğal gaz faturası,
Vergi Dairesine ödeme emri.
Bankaya ödenecek,tüketici kredisi taksitlerini gösteren hesap özeti Kağıdı,
Trafik para cezası,
İcra taksitleri filan…
Şimdilerde bizlere sorsalar;
En çok neyi görünce canınız sıkılıyor diye,
Cevap herhalde,
“posta kutusunda duran zarfları” şeklinde olur ..
Biliriz ya,
İçinde bizi mutlu edecek bir tane bile zarf yoktur.
Haliyle,
Zarflar bizi,
Ya ilgili dairelere borç için ödeme yapmaya,
Ya da mahkemeye ifade vermeye çağırmaktadır.
Sahi, sizin posta kutunuza ayda kaç zarfınız geliyor?
İyi hafta sonları…