Bugün Cumhuriyetimizin 101. Yılını kutluyoruz. Devletimizin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk, nice savaşların içinden geçerek, muzaffer bir komutan olarak, imkansızları başarmasını bilmiş, emsalsiz bir devlet adamıdır.
Atatürk, Osmanlı devletinin bir subayı ve bir paşası olarak, vatan topraklarını Libya’da, Balkanlarda, Çanakkale’de, Bitlis’te, Muş’ta, Filistin’de ve Suriye’de korumuş, Dünyanın en büyük güçlerine karşı büyük zaferler kazanmıştır. Ömrünün dörtte birinden fazlasını savaş alanlarında geçirmiştir.
Libya’da İtalyanlara karşı savaşırken gözünden, Çanakkale’de İngilizlere karşı savaşırken göğsünden, Kurtuluş savaşında da kaburgalarından yaralanmıştır. Kendisinin ve arkadaşlarının ifadesine göre savaşlarda kesinlikle sipere girmez, siperin dışında düşmana göğsünü gerer ve askerine cesaret vererek, askerini şahlandırırdı. Büyük bir talih veya Allah’ın hikmeti sonucu bunca savaşlardan sağ salim çıkmıştır. O Allah’ın sevgili kuludur. Çünkü Allah şöyle buyuruyor “bir Müslüman'ın Allah için dinini, vatanını ve namusunu korumak isterken canını feda ederek şehit olmuş veya gâlip gelip hayatta kalarak gâzi olursa, her iki halde de Biz ona yarın pek büyük mükâfat vereceğiz.”
Atatürk, annesi Molla Zübeyde’den (Makedonya ve Selanik’te böyle isimlendiriliyor) köklü bir din eğitimi almış, bu eğitimini askeri orta ve lisede de pekiştirmiştir. Yine lise yıllarında Türklükle tanışmıştır. O yıllarda Namık kemal ve Mehmet Emin Yurdakul’un vatan ve Türklük içeren şiirleri pek makbul olmuştu. Yeni yeni Türklük akımlarının yaşandığı günlerde Arkadaşı Ömer Naci ona Mehmet Emin Yurdakul’un bir şiirini okudu. Şiir şöyle başlıyordu “Ben bir Türküm dinim cinsim uludur. Sinem özüm ateş ile doludur”. Daha sonra Atatürk şöyle diyor; “Ben bu şiirde bana ulusal benliğimin gururunu tattıran ilk anlatımı bulmuştum...”
Atatürk, lise yıllarında harçlığının büyük bir kısmını kitaba veriyor. Çok okuyor. Fransızcası mükemmel olduğu için Fransızca eserlerden de yararlanıyordu. Lise yıllarında edinmeye başladığı Türklük şuuru onun ruhunda büyük alevlenmeler oluşturuyor ve Türklüğü, Osmanlılığın önüne geçiyor. Böylece Vatan, millet, hürriyet, özgürlük ve bağımsızlık fikirleri gelişiyor.
Atatürk, Anafartalar komutanı olarak Çanakkale’de kazandığı zaferler onun Anadolu’da tanınmasını sağlıyor. Henüz Çanakkale savaşı devam ederken 25 Ekim 1915 günü İstanbul’da basılan Tasvir-i Efkar gazetesi resimlerini de koyarak, şu başlığı atmıştı: “Cevat Çobanlı Paşa ve Miralay Mustafa Kemal, Boğazları hilafeti ve payitahtı kurtaran komutanlar”. Cevat Çobanlı Paşa Çanakkale deniz savaşlarının kahramanı, Albay Mustafa Kemal de Çanakkale Kara savaşlarının kahramanıydı. Payitahtta basılan gazete bu gerçeği dünyaya duyuruyordu.
Biliyoruz ki savaşı bir kişi tek başına kazanmaz. Tabii ki onun kurmay heyeti, komutanları ve ölüme hazır askerleri vardır. Önemli olan bu gücü zafere gidecek şekilde yönetmektir. Nitekim Miralay Mustafa Kemal, Çanakkale’deki ordularımızın başkomutanı Alman Mareşal Sanders’in pek çok stratejik taktiklerini tenkit etmiş ve onun yanlışlarını ortaya koymuştur. Bu nedenledir ki, Sanders 9 Ağustos 1915 günü tüm birliklerin kumandasını Mustafa Kemale vermiştir. Ağustos ayında süren en kanlı savaşlardan Türk ordusu daima galip çıkmış ve başarısızlıkları nedeniyle düşmanlarımızın ülkesinde hükümetler devrilmiştir.
Atatürk I. Dünya savaşının son günlerinde ordularımızı en az kayıpla Anadolu topraklarına çekerken, Bugün Mehmetçiğin görev yaptığı Afrin’de İngiliz ve Arap birleşik kuvvetlerini meydan savaşı ile perişan etmiştir. Bundan sonra milli mücadele günleri başında, yedi düvel için büyük bir iman ve inançla; geldikleri gibi giderler diyordu. Öyle de oldu.
Mustafa Kemal Atatürk, yok edilmeye çalışılan, Anadolu’dan atılmaya çalışılan bir milleti küllerinden yeniden var etti. Esir milletlere örnek olacak şekilde bir istiklal savaşı verdi. Bu savaşı inanmış arkadaşları ile birlikte, tüm hakim güçlere, emperyalist devletlere karşı verdi. Bu hareketi örnek alan tüm ezilmiş milletler kendi istiklal savaşlarını başlattılar ve başardılar.
Atatürk bir muzaffer asker, devlet adamı, siyasetçi ve öğretmen olarak, Sun Yat Sen, Mao, Lenin, Kastro, Çe Guavera, Gandi, Şah Rıza, Emanullah Han, Kral Edvard, Truman, General Mac Arthur, Roosevelt, Churchill, Hitler, Kenedi ve daha nice dünya liderlerine de önder oldu.
UNESCO: Dünyaya gelmiş geçmiş tüm liderlerin tartışmasız en büyüğünün Mustafa Kemal Atatürk olduğunu ilan etmiştir.
ABD’deki Kentucky Üniversitesi’nin yayımladığı “King of the Mountain: The Nature of Leadership” (Dağın Kralı: Siyasal Liderliğin Doğası) adlı kitapta, Profesör Arnold Ludwig ve ekibinin 18 yıllık bir çalışma ve araştırma sonucu, son 100 yılın liderleri arasında Atatürk’ü 20. yüzyılın en büyük siyasi lideri ve en büyük devlet adamı olarak belirliyor.
Türk milleti unutma, tarih boyunca tüm dünyanın en büyük lideri milletimizin bağrından çıkmış Mareşal Gazi Mustafa Kemal Atatürk’tür.
28 Ekim 1923 akşamı Mustafa Kemal Çankaya’ya çağırdığı arkadaşlarına: “Yarın Cumhuriyet ilân edeceğiz”, dedi. Ertesi gün TBMM’i cumhuriyeti ilan etti. Cumhurbaşkanı olarak da vatanın kurtarıcısı Mustafa Kemal’i seçti.
Buraya gelene kadar, kurtuluş savaşı kahramanı silah arkadaşları dahi halen saltanat kalacak mı, gidecek mi, hilafetin akıbeti ne olacak gibi endişeleri vardı. Atatürk, Sevr antlaşması ile tamamen işgal edilmiş, parçalanmış yıkılmış yok olmuş bir imparatorluğun külleri içinden yepyeni bir devlet, yepyeni bir ülke ve yepyeni bir millet var etmişti. Lozan anlaşması tüm bunları onaylıyordu. Saltanat da, hilafet de, hakimiyet de artık milletti. Asırlardan beri ilk defa bağımsız, yabancı devletlerin hiç bir türlü egemenlik haklarına karışamayacağı bir devlet olmuştuk.
Cumhuriyetimizin 101. Yılı kutlu olsun.