Kanada’da 34 yıl yaşamış bir Türk vatandaşı anlatıyor.
25 yıl önce bir anısından bahsetmiş…
Öğle yemeği için bir restorana giden adam,
Yolda çiçek açmış bir ağacın dalını kırıyor.
Sürekli gittiği restoranda, her gidişinde kendisini tebessümle karşılayanlar,
Çiçeği elimde görünce adamı tebessümle karşılamıyorlar.
Aradan 20 dakika geçiyor.
Restoranın önüne Belediyeye ait çevre koruma arabası geliyor ve içinden bir görevli çıkıyor.
Adamın yanına gelerek, çiçekle birlikte arabaya gelmesini söylüyor.
Görevli adama şu soruyu soruyor;
‘Mahkemeye mi gitmek istiyorsun, yoksa para cezası mı vereyim’
Evet değerli okurlar.
Bu anı Kanadalı bir firmanın Kaz Dağlarında altın araması nedeniyle kaleme alınıyor.
Düşünün adamlar kendi topraklarında kesilen dalın hesabını soruyorlar,
Lakin bizim memleketimizde siyanürle altın arıyorlar…
Konu bu ya…
Aklıma geldi.
Hatırlar mısınız bilmem?
Eskiden bölgemizde yer kavgaları çok olurdu.
Sınırdaş olan birçok kimse,
Benim yerime senin hayvanın girdi diye,
Ya da benim ürünümden yedin diye,
Birbirlerine girerlerdi,
Şimdi düşünüyorum da,
Elin Kanadalısı kendi toprağında ağaç dalı bile kestirmezken,
Bizim topraklarımızda doğayı katlediyor.
Ama kimsenin gıkı çıkmıyor.
Konuşanların da gücü yetmiyor.
Acaba diyorum mesela…
Hani bizim doğamız katlediliyor ya,
Bunları katledenlerin kendi malı olsa,
Aynı vurdumduymazlığı yine gösterebilirler mi?
Mesela diyorum ki,
Aynı olay onların ait olduğu topraklara yapılsa,
Aynı şekilde arsaları katledilse,
Kaç para satın alabilir mesela arsalarını…
Ya da şöyle söyleyeyim.
Düşünsenize,
Sizin arsanız var.
Ben geliyorum,
Ticari bir kazanç için
Arsanızı alt üst ediyorum.
Doğaya zararım da yok.
Ama bu iş bana para,
Size de zarar veriyor.
Ne yaparsınız.
Ben söyleyeyim mi?
7 düveli birbirine katarsınız.
Çünkü sizler bahçenizde bir otun dahi kopmasına müsaade etmez,
Bunu yapana dünyayı dar edersiniz.
Keşke kendi malınıza sahip çıktığınız gibi,
Milletin malına da sahip çıkabilseniz…
Kalın sağlıcakla…