Biz Müslümanlar olarak peygamberimiz Hz. Muhammed (SAV)e olan sevgimizi, O’na olan saygımızı her ortamda, birçok şekilde göstermeye çalışmışız, çalışmaktayız. Bu çaba ve gayretleri sergilememizde kalbimizin derinliklerinde saklı olan esas amacın O’na olan yakınlığımızı, O’na olan muhabbetimizi, sevgimizi, saygımızı ifade etmek suretiyle yarın öbür alemde onunla beraber olabilme arzumuzdur.
Hatta öyle ki bize yol gösterici bir özelliği, hak ve hakikatten yana tavır almamızı salık eden bir çağrısı olmadığı halde -ki burada Ona aittir- değildir tartışmasına girmiyorum- sırf Ondan bir parça olduğuna inandığımız Sakal-ı Şerif’ine tazim ve hürmet göstermemizin, Hırka-i Şerifini yolumuz düştüğünde ziyaret etmek istememizin sebebi de budur.
Ve yine Ona ait olduğuna inandığımız Nalın-ı Şerif (bastığı yerdeki ayak izi)ni görmeyi, hatta fotoğrafını bulundurmayı, gözlerimize nasıp olmuş kutsal bir ayrıcalık olarak kabul ederiz.
“Bunlar…” deriz, Allah’ın Resulünden bir parça… “Bunlar…” “Onun dokunduğu, Onun kullandığı, Ona en yakın olmuş seçkin eşyalar…” diye inanırız. Bu eşyalara öyle bakarız. Onunla gönülden bir yakınlık kurmak vesile olarak görürüz.
Başkalarını da teşvik ederiz. Onların da bu kutsal eşyaları görmelerini sağlamaya çalışırız.
Belki de peygamberimiz bizden “Sakal-ı şerifimi, Hırka-i Şerifimi, Nalın-ı Şerifimi ziyaret edin” diye hiçbir talepte bulunmadı. Bilemiyoruz…
Ama bildiğimiz bir gerçek var. Eğer namazlarımızı konuşturabilirsek, onu sevap kazanma baskısı altında değil de “acaba namazım bana neler söylüyor” anlayışı içinde kılarsak işte o zaman bizlere birçok şeyleri fısıldadığını yada haykırdığını görürüz.
Namazımızı konuşturduğumuzda, Tahıyyatta Dedesiyle birlikte selam verdiğimiz şahsiyetlerden birinin de Hz. Hüseyin olduğunu görürüz. Ve deriz ki…
“Allah’ım! İbrahim ve İbrahim ailesine olduğu gibi Muhammed (SAV) ve Muhammed ailesine selam olsun.”
“Allah’ım! İbrahim ve İbrahim ailesini mübarek kıldığın gibi Muhammed ve Muhammed ailesini mübarek kıl”
Bu selamlamalarımız namazdadır. Allah bize bu aziz şahsiyetleri namazda selamlatıyor. Onlara selam durdurtuyor.
Öyle ya, peki kim bu şahsiyetler? Veya bu günün yani Aşura’nın bu şahsiyeti kim diye sormamız gerekmez mi? “Nasıl bir insandır bu dedesiyle birlikte selamladığımız şahsiyet” diye merak etmemiz gerekmez mi? Hiç olmazsa bu gün olsun niçin Ondan bahsetmiyoruz? Neden Onu anmaktan anlatmaktan geri duruyoruz?
Gerçekten Ondan bahsettiğimizde, Dedesinin öpüp kokladığı torunundan bahsettiğimizde, “Cennet gençlerinin efendisi” diye bize sunduğu bu insandan bahsettiğimizde Onunla olan muhabbetimiz artmaz mı? Tersinden sorduğumuzda, bu bahsediş, Onunla beraber olma beklentimize engel mi olur?
Hatta daha da öte birçok kaynakta Dedesinin iki ağır emanetten biri olarak zikrettiği kişiler arasında yer alan bir şahsiyet… Buna rağmen bu Şehadet gününde olsun neden görmemezlikten gelinir ki?
Aslında bu suskunluğun sebebini anlamak çok da zor değil.
Bu gün Hz Hüseyin’in Kerbela’daki kıyamının, duruşunun gerçek manada bilinmesiyle din adına fedakarlık yaptığını zannedenlerin, kendilerini öyle görenlerin, veya çevrelerindeki insanlar tarafından en büyük fedakarlar olarak görüldüklerini düşünenlerin tüm eylemleri ve söylemleri boşa çıkacaktır. Çünkü Hz. Hüseyin dini tıpkı dedesi Hz. Muhammed (SAV) gibi, Hz İbrahim (AS )gibi, Hz. Musa (AS) , Hz. İsa (AS) gibi Nemrutlar, Firavunlar, Ebu Lehebler ve Ebu Cehiller karşısında dik duruş olarak anlamıştır. Doğru yol üzere olmak şeklinde anlamıştır. Ve bu anlayışını da, yani bu doğru yol anlayışını da ardından gelenlere en açık şekilde şehadetiyle göstermiştir.
O zaman bize tarihin en büyük kıyamının gerçekleştiği bu günü bir tas aşure yemeğinin gölgesine hapsetmek yerine, bu kıyamın kahramanı Hz Hüseyin kimdir? Nasıl bir şahsiyettir? Kerbela’da bu olay niçin yaşanmıştır? Sorularına cevap aramanın bizleri dedesi Resulullah’a daha çok yaklaştırıcı ve aramızdaki muhabbeti artırıcı bir davranış olacağına inanıyorum.