“Sakalımız yok ki, sözümüz dinlensin” derler ya hani… İşte o söz, bu anlatacağım psikoloji ile alakalı. Genelde büyükler, küçüklere hep nasihat verir. Ki bu iyi bir şeydir. Böyle yap, şöyle et, bunu ihmal etme, şunu göz önünde bulundur vesaire… Bu cümleler, belirli bir çerçeve ve sınır içerisindeyken faydalı oluyor. Lakin o çerçevenin dışına çıktığında sinir bozucu olabiliyor. “Sen nereden bileceksin ki? Daha ‘şu’ yaşındasın, benden iyi biliyor olamazsın” gibi cümleler ile sanki kendisi bir bilgeymişçesine konuşuyor. Sizi tenzih ediyorum.
Nasihatin güzelliği, yerini çokbilmişliğin iticiliğine bıraktığında, karşı taraf gerilebiliyor. Kimse her şeyi bilmek zorunda değildir. Bilemez de zaten. Bir şeyi bilmemek zayıflık değildir. Ama birini, bir şey bilmiyor diye yargılamak zayıflıktır. Bilgi paylaştıkça artar.
Bu; ben büyüğüm psikolojisi, sadece bilgi alırken değil, fikir alırken de oluyor. “Ben işimi senden mi öğreneceğim? Sen bu işi daha önce yapmadın, müdahil olma” gibi, fikirleri küçümseyici cümleler sizce de sinir bozucu değil mi? Üstelik bu cümleleri kuran büyüklerin bazıları, kendilerini o işin ehli zannettikleri için kuruyor. Sonuçta ortada bir fikir alışverişi var. Diğer tarafı aşağılamanın anlamı nedir?
Tecrübe ve bilgi arasındaki ince çizgiye de değineceğim. Tecrübe ve bilgiyi aynı kefeye koymanın doğru olmadığını düşünüyorum. Bilgi; araştırılarak, okuyarak, duyarak elde edilebiliyorken, tecrübe; bizzat yaşayarak, görülerek elde ediliyor. Bu noktada yaşça büyüklerin, bilgiden daha çok, tecrübeleri ve yaşanmışlıklarını bize aktarıyorlar. Peki, her zaman yaşça büyükler mi daha tecrübelidir? Elbette hayır. Bu da konudan konuya farklılık gösterebilir. Örneğin bir elektronik aleti ele aldığınızda; bir genç, bir yetişkinden daha tecrübeli olabilir. Bilgiyi nasıl elde ederiz? Cevabı basit aslında... Araştırarak, merak ederek…
Her şeyi bilmeyi istemek, öğrenmek istememek, bir şeyi bilmeyen biriyle alay etmek saçmadır. Bir şeyi bilmemek saçma değildir. Yazdıklarım biraz kafa karıştırıcı biliyorum. Fakat bütün ince çizgilere değinmek istiyorum.
“Sen yokluk görmedin, sen bilmezsin, şimdiki gençler…” gibi cümleler de, tecrübe kılıfına uydurulmuş basit kelimelerdir. Kimse kendi hayatını, onu doğuracak anneyi seçemez. Çağın gelişimi, istenilen şeyleri elde etme olasılığını da arttırıyor haliyle. Tamam, empati duygusunu talep etmek yanlış değil. Fakat geçmişle, içinde bulunduğu zamanı kıyaslayıp, bunu bir silah olarak kullanmak, büyük bir ayıptır. Kıyas yapılabilir. Geçmiş ve şimdiki zaman kıyası da yapılabilir. Fakat ben onu da doğru bulmuyorum açıkçası. Düz mantık; 40 sene öncesi diyecek olursanız, mantıken 40 sene önce, 40 sene öncekiler de size, 40 sene öncesi diyecek. Böyle uzatırsanız eninde sonunda ilk insana kadar gider, içinden çıkamazsınız. Tamamen objektif bakmak gerekirse; ‘şimdiki nesil, şimdiki gençler’ gibi tabirler yerine ‘şimdiki teknoloji, şimdiki insanlık’ demek daha doğru olacaktır. Sonuçta insanı ve insanlığı değiştiren teknolojidir. Burada yargılanması gereken şey, gençler veya insanlık değil teknolojidir. Büyüklerin kendini sınıflaştırıp, diğer insanlardan –özellikle gençlerden- ayırması hiçte hoş bir durum değil.
“Bizim zamanımızda şuydu, buydu” cümlesi de benim şahsi görüşüm altında boş bir cümle. Yanlış anlaşılmak istemem; geçmişi yâd eden büyüklerimi tenzih ediyorum. Burada kastettiğim kitle; kendi gençliğini, şuanın gençleri ile kıyaslayan (sanki teknoloji aynı seviyedeymiş gibi) dolaylı yoldan iğneleyerek nispet yapan kitle. Haklı olmalarına rağmen gençlerin kendilerini savunmasını bile laubalilik/ukalalık olarak görüyorlar. “Ben büyüğüm, ben çok bilirim. Sen sus!” Bu gibi durumlara cuk oturan bir atasözü geldi aklıma. Madem atasözü ile girdik, atasözü ile de bitirelim. Akıl yaşta değil baştadır. Kendi yaşı büyük diye karşısındakini ezmeye çalışan insan da zayıftır.
-Bu köşe yazısı dergide yayınlanacaktır.